Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Atatürk etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Payidar ∞

Yazımıza kronolojik bir başlangıç yaparak insanın dünya üzerindeki macerasıyla başlayalım istiyorum. İnsanlık tarihi kitaplarında ilk insan topluluklarının daha çok su kenarlarında hayat bularak dünyanın değişik coğrafyalarına dağıldıkları ifade ediliyor. Çoğunlukla ailelerden oluşan avcı toplayıcılardan oluşan gruplar zamanla kabileleri oluşturarak yerleşik hayata geçen ilk insanlar oldular.  Yerleşik hayata geçen ilk insanların oluşturduğu topluluklar köyler veya kasabalar olarak nitelendirilebilecek küçük yerleşim alanlarında insan medeniyetini geliştirmeye başladılar. Başlangıçta sadece tohumları ıslah edip çiftçilik yaparak yaşayan bu gruplar toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda farklı sosyal ve beşerî ihtiyaçları karşılayacak şekilde evrilerek ilerleme gösterdiler.  Dünyanın en ücra köşelerine dahi yayılan insanlık aradan geçen binlerce yılda her geçen gün ilerleme kaydederek insan medeniyetini geliştirdi. Bugün sekiz milyarı geçen dünya nüfusu, Birleşmiş Milletler tarafından tanın

Gerçek / Hakikat - Eğri / Doğru

İnsanlık tarihi kadar eski bir konudur bu... İnsan dünyaya geldiği ilk andan itibaren öğrenme macerasına da çıkmış olur. Öğrenilen her şey beynimizde kavramlarla ifade edilerek kodlanır. ' Kalem ' dediğimiz zaman aklımıza gelen nesneyi, kalem kavramının beynimizdeki çağrışımının görüntüsü olarak kavramsallaştırırız.  Kavramsallaştırma ürünü olarak öğrendiğimiz ve hayatımıza tatbik ettiğimiz olgular içerisinden gelin; hakikat, gerçek ve eğri, doğru kavramlarını inceleyelim. Bakalım bu kelimelerin çağrışımları ve hayatımıza yansıları arasında tutarlılık var mı?  Hakikat/Gerçek Hakikat ile gerçek arasında da yukarıdaki örneğe benzer bir ilişki bulunur. Orhan Hançerlioğlu, “gerçek” ifadesini nesnel gerçeklikle ifade ederken, “hakikat”i ise gerçeğin beyindeki ifadesi olarak değerlendirir. Yani masamızdaki çiçek gerçek, onun beynimizdeki ifadesi ise hakikattir. Bu ifadeye göre Hakikat, gerçeğin kendisini değil bizim anlamlandırdığımız şekliyle yansımasından ibarettir.  Eğri/Doğru Des

ASIL | SURET | GERÇEK

Asıllarla suretlerin sahnesidir hayat. Adına hayat denilen bu sahnede asıllarla suretlerin duruşmaları sürerken, gerçeği arar dururuz. Duygularımızda, işlerimizde ve ilişkilerimizde bazen asıllara bazen de suretlere bürünerek hayatımızı sürdürürüz. İnsan için aslolan ise kendi gerçeğini bilmektir. Bu gerçek bizi biz yapan benliğimizden gelir. Benliği ahlaki prensiplerle işleyen, temiz ve insani duygularla kaplı bir insanın suretlerle işi olmaz. Hayatı yekten ve asıllarla yaşar. Sade bir mantıkla, evrensel değerlere uygun, iyilik temelli bir dünyası olur. Genelde çok çevresi, parası ve itibarı olmadan da geçip gider... Kendi gerçeğinin farkında olmayan, benliğinde ahlaki kırıklıklar barındıran insan ise genelde suretlerle yaşar. Sureti haktan görünmeye çalışsa da hayatı taklit ve tenkitlerle doludur. Başka kişileri veya grupları taklit ederek giriştiği iş ve ilişkileri yüzünden bir türlü kendi olamadığı gibi bunları tenkit ederek de enerjisini

Cumhuriyet Nedir?

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk,  “ Cumhuriyet nedir? ”  diye soran bir köylü vatandaşa “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir” demişti. İşte bir doğu masalındaki Zümrüdüanka kuşu misali küllerinden doğarak, bu sefer yüzünü batıya dönen genç Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesiydi... Hamuruna; emek, kan, ter ve gözyaşıyla beraber bir ulusun kaderini ekleyip bunu inançla mayalayan Türk milleti Cumhuriyet'i ilan ederek muasır medeniyetler ailesinde ilerleme gayesini kendisine şiar edindiyse bunu 'mavi gözlü bir dev' ve onun en büyük eserim dediği Cumhuriyete borçlu diyebiliriz. Türk milletinin yıllarca süren geri çekilme ve savunma pozisyonunu terk ederek ileri atılma ve kayıplarını telafi etme fırsatı bulduğu Kurtuluş Savaşı; 19 Mayıs 1919'da Samsun'da doğan güneşin batışını takip eden 3 yıl 4 ay 26 gün sonra Mudanya Ateşkes Antlaşması ile son bulduğunda; iç ve dış düşmanlarından, yüklerinden, hurafelerinden ve zamanın gerisinde kalmış yönetim tarzından kurtulan Anado

Mustafa ➤ Kemal ➤ Atatürk

MUSTAFA Bir çift mavi göz geldi dünyaya. Selanik’te dünyaya gözlerini açtığında ne o şehrin Osmanlı’nın ikinci büyük şehri olduğunu ne de yakın zamanda kaderine terk edilecek  yüz binlerce kilometrekarelik vatan toprağının bir parçası olacağını biliyordu. Fethedilen topraklara yerleştirilmek üzere Anadolu’dan örnek aileler arasından seçilerek gönderilen bir Türk ailesinin altı çocuğunun ortancası olan, Mustafa.  Mustafa büyürken her geçen sene farklı coğrafyalarda bir parçası olmak üzere vatan elden gidiyordu. Devrin yöneticileri ise bu durumu  ya seyretmekle yetiniyor ya da yetersiz tavırlar gösteriyorlardı. Mustafa’yı Kemal’e erdiren yalnızca matematik öğretmeni değildi.  KEMAL İşte bu psikoloji karşımıza Mustafa Kemal’i çıkardı. Vatanı savunarak elde kalacak topraklarda hayalindeki müreffeh ülkeyi kurmak düşüncesi onu kemale erdirdi.   Konunun uzmanları onun bir aydın despotizmi örneği olduğunu söylerler.  Mustafa Kemal  entelektüel bir bakış açısına sahipti lakin bu aydın ve çağını

Sakarya

Sakarya zaferi 100 yaşında. 1683 yılındaki II. Viyana kuşatmasından bu yana devam eden geri çekilmenin durdurulduğu 22 gün, 22 gece süren destansı savaşın adıdır #Sakarya Meydan Muharebesi.  Türk milletinin 238 yıllık geri çekiliş sürecinin bittiği, savunmadan saldırıya geçildiği savaşın adıdır. Atatürk'ün "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz." emrini, göğsünü siper ederek şehadeti pahasına yerine getiren Türk milletinin zaferidir. ''Eğer vatan savunması için şart değilse her savaş bir cinayettir'' diyen tek komutan olarak dünya tarihine adını yazdırmış Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün vatan savunması için Türk milletini şaha kaldırdığı direniş meşalesinin yakıldığı savaştır. Gelgelelim sözün özüne. Türk milletinin Kurtuluş Savaşının mihenk noktalarından biri olan, 238 yıllık geri çekilmenin ardından kazanılan böylesi büyük bir zaf

Büyüyünce Balık Olacak Kuşlar

H er bir saniyede yaklaşık üç bebek dünyaya gelir.  Eşsiz yeteneklerle donatılmış üç misafir daha  birer hazine olarak gözlerini açar. Hoş geldin bebek.  Sen bir hazinesin ve ruhundaki gizli kabiliyetlerle katıldın aramıza. Eş siz yeteneklerle donatılmış bir ruhun ve ruhunu  hapseden dünyalı bir tarafın -  yani bir bedenin var.  Ruhun ve kabiliyetlerin birer hazine,  bedenin ise hazineyi içine gizleyen bir sandık. Doğumunla ölümün arasında, adına ''yaşam'' denilen serüveninde yaşayacak ve kendi hayatının başrolünde oynayıp, öleceksin. Yaşantın boyunca  ruhundaki kodların, yani eşsiz kabiliyetlerin senin gizli kalmış hazinelerin olacak. Ta ki hazine sandığının kapağı açılana kadar... Kimisi şiir sandığı,  Kimisi resim galerisi, Kimisi bir kütüphane dolusu kitap... Bu kapağın açılmadığı herkes, bir okyanus dibinde veya bir orman kuytusunda gizlenmiş bir hazine sandığı olarak unutulup gidecek. Hazine sandığının kapağını  -bazen anne - baba,  -bazen bir öğretmen, -bazen de