Yazımıza kronolojik bir başlangıç yaparak insanın dünya üzerindeki macerasıyla başlayalım istiyorum. İnsanlık tarihi kitaplarında ilk insan topluluklarının daha çok su kenarlarında hayat bularak dünyanın değişik coğrafyalarına dağıldıkları ifade ediliyor. Çoğunlukla ailelerden oluşan avcı toplayıcılardan oluşan gruplar zamanla kabileleri oluşturarak yerleşik hayata geçen ilk insanlar oldular.
Yerleşik hayata geçen ilk insanların oluşturduğu topluluklar köyler veya kasabalar olarak nitelendirilebilecek küçük yerleşim alanlarında insan medeniyetini geliştirmeye başladılar. Başlangıçta sadece tohumları ıslah edip çiftçilik yaparak yaşayan bu gruplar toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda farklı sosyal ve beşerî ihtiyaçları karşılayacak şekilde evrilerek ilerleme gösterdiler.
Dünyanın en ücra köşelerine dahi yayılan insanlık aradan geçen binlerce yılda her geçen gün ilerleme kaydederek insan medeniyetini geliştirdi. Bugün sekiz milyarı geçen dünya nüfusu, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan iki yüzden fazla ülkede yaşıyor. Adına Türk, devletine Türkiye Cumhuriyeti denilen ve medeniyet ailesinin şerefli bir mensubu olarak tarih sahnesinde boy gösteren asil milletimiz bu ailenin bir parçası. Diğer soydaşlarımızla birlikte bugün dünyada kendi devletleri içerisinde ve diğer devletlerde iki yüz milyondan fazla Türk bulunuyor.
Türk milletinin kurduğu ilk devlet olan Asya Hun Devleti'nden bu yana süregelen devirlerde milletimizin devletsiz kaldığı bir döneme rastlanmıyor. İnsanlık tarihinin ilk çağlarından itibaren bulunduğu coğrafyalarda; kurduğu devletler, ordu teşkilatlanmaları, bilim ve sanatta gösterdiği gelişmeler gibi özellikleri göz önünde bulundurulduğunda milletimizin şan ve şerefle dolu tarihi ile gurur duymamak imkânsız.
İnsanlık tarihi itibarıyla milletimizin gösterdiği ilerleme bazı dönemlerde diğer milletlere nazaran geriye düşse de milletimiz, tarihimizin hiçbir döneminde insanlık dışı vasıflarla anılamamıştır. Türkler insan medeniyetinin asil bir üyesi olarak tarih sahnesinde yerini ve önemini koruyacaktır.
Devletleri yaşatanın millet olduğu bilinciyle kurulan on altı büyük devletle bu yarışın bir parçasıyız. İnsan medeniyeti penceresinden bakarak ifade etmeye çalıştığım mesele Türk milletinin tarihin farklı çağlarında çoğunlukla söz sahibi ve güçlü, aynı zamanda adaletli ve payidar bir millet olarak kabul görmüş asil bir millet olmasıdır.
On altı devletinin sonuncusu olan Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. Yılını kutladığımız bu kutlu günlerde Türk milletinin mensubu olarak ne kadar övünç duysak azdır.
Payidar kelimesinin; 'sonsuza kadar kalıcı ve yaşayacak olan' anlamıyla ifade ederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 100. Kuruluş yılını böylesine anlamlı bir kelime ile anıyor ve devletimizin ebed müddet var olmasını yürekten diliyorum.
Tarihte çağ açıp çağ kapatan, üç kıtada adaletle hüküm sürdüğü topraklara kardeşlik tohumları eken bu necip millet, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra yine payidar olma vasfını sürdürerek kurduğu genç cumhuriyetle bekasını sürdürüyor.
On altı Türk Devletinin kurucuları olan; Teoman Han, Panu, Balamir, Aksuvar, Bumin Kağan, I. Bayan, Böri Şad, Kutluk Bilge Kül Kağan, Bilge Kül Kadir Han, Alp Tigin, Tuğrul Bey, Kutbeddin Muhammed, Batu Han, Timur, Babür Şah, Osman Bey'den bu yana fıtrat değişmemiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder