Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mustafa ➤ Kemal ➤ Atatürk

MUSTAFA Bir çift mavi göz geldi dünyaya. Selanik’te dünyaya gözlerini açtığında ne o şehrin Osmanlı’nın ikinci büyük şehri olduğunu ne de yakın zamanda kaderine terk edilecek  yüz binlerce kilometrekarelik vatan toprağının bir parçası olacağını biliyordu. Fethedilen topraklara yerleştirilmek üzere Anadolu’dan örnek aileler arasından seçilerek gönderilen bir Türk ailesinin altı çocuğunun ortancası olan, Mustafa.  Mustafa büyürken her geçen sene farklı coğrafyalarda bir parçası olmak üzere vatan elden gidiyordu. Devrin yöneticileri ise bu durumu  ya seyretmekle yetiniyor ya da yetersiz tavırlar gösteriyorlardı. Mustafa’yı Kemal’e erdiren yalnızca matematik öğretmeni değildi.  KEMAL İşte bu psikoloji karşımıza Mustafa Kemal’i çıkardı. Vatanı savunarak elde kalacak topraklarda hayalindeki müreffeh ülkeyi kurmak düşüncesi onu kemale erdirdi.   Konunun uzmanları onun bir aydın despotizmi örneği olduğunu söylerler.  Mustafa Kemal  entelektüel bir bakış açısına sahipti lakin bu aydın ve çağını

Sakarya

Sakarya zaferi 100 yaşında. 1683 yılındaki II. Viyana kuşatmasından bu yana devam eden geri çekilmenin durdurulduğu 22 gün, 22 gece süren destansı savaşın adıdır #Sakarya Meydan Muharebesi.  Türk milletinin 238 yıllık geri çekiliş sürecinin bittiği, savunmadan saldırıya geçildiği savaşın adıdır. Atatürk'ün "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz." emrini, göğsünü siper ederek şehadeti pahasına yerine getiren Türk milletinin zaferidir. ''Eğer vatan savunması için şart değilse her savaş bir cinayettir'' diyen tek komutan olarak dünya tarihine adını yazdırmış Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün vatan savunması için Türk milletini şaha kaldırdığı direniş meşalesinin yakıldığı savaştır. Gelgelelim sözün özüne. Türk milletinin Kurtuluş Savaşının mihenk noktalarından biri olan, 238 yıllık geri çekilmenin ardından kazanılan böylesi büyük bir zaf

Hissiyat | Siyaset

Kudüs'ün Türk jandarmalarına ait bir fotoğraf, 1904 yılı.  Bundan tam on bir sene sonra şehrin tarihi dokusuna zarar gelmesin düşüncesiyle, kurşun bile atmadan şehri İngilizlere teslim ederek geri çekildik. Yavuz Sultan Selim'in 1516 Mısır Seferi'nde fethedip Anadolu'nun yiğit evlatlarına emanet ettiği kutsal beldede, emîn içerisinde geçilen dört yüz bir senenin ardından şanlı Türk bayrağı gönderden indirildi. “Filistin ve Suriye'yi böyle acı bir keşmekeş halinde bırakmaktan doğan hüzün ve elem tesiriyle hüngür hüngür ağlayarak 12 Aralık 1917'de İstanbul'a hareket ettim. (Cemal Paşa) Bu hazin tablonun baş mimarlarından Mekke Şerifi Hüseyin ve avaneleri sevinç çığlıkları atıyorlardı. İngilizler tarafından Şerif Hüseyin'e vadedilen Arap Krallığı'nın heyecanı ile çıktığı bir Cuma Hutbesi'nde, hezeyan içinde ağzından dökülen cümlelerin tarihe düştüğü not, vatanına ihanet eden herkes için olduğu gibi ilahi vicdanda hoş karşılanmamış olm

Yoksulluk Görünmezliktir

Bana fakirliğin resmini çizebilir misin? Sorusunun cevabı niteliğindeki bu düşündüren ve etkileyen çalışmayı, sokak sanatçısı Kevin Lee’nin eseriyle görüyoruz.  Çalışmanın Adı, "Yoksulluğun Görünmezliği" Yoksulların görünmez tarafını resmetmiş sanatçı.  Fakirin fukaranın halinden daha çok anlayıp, milletçe daha çok dayanışmamız gereken günlerden geçerken; ailemiz, komşularımız, akrabalarımız veya arkadaşlarımız içerisinde yoksulluğun bu görünmez yüzü sebebiyle mağrur fakat ihtiyaç sahibi kişilerin olabileceğini unutmamak gerekir. Parasından başka hiçbir şeyi olmayan kişinin aslında en yoksul, parası olmasa da gönlü güzel kişinin, ruh zengini kişi olduğu gerçeğini de belirtmek isterim. Zengin ile yoksula maddi değerler manzumesinde kıyas biçildiği yaşlı dünyamızın, sözüm ona dört başı mamur bir adaleti de yoktur.  Dünya nüfusunun %1'lik dilimine tekabül eden en zenginlerin maddi gelirlerin %99 'una, geriye kalan % 99'un ise dünyanın bütün maddi gelirle

Sevginin Dili

Görüntünün aksi | Sesin yankısı Billur bir gece dinginliğinde huzurlu bir kalbin atışındaki ritim gibi acelesizim. Rahvan koşan atların adımları gibi sıra dışı günlerden geçip durdum hep ömrümce. Hizmete özel yazılar gibi sadece belirli kişilerin görüp bildiği bir hayatı tercih ettim. Sessiz kalıp içime yolculuk ettiğim günlerimde bile sevgisiz kalmadım. Sevgi susuz çöllerde su gibi, aç bedenlerde ekmek gibi ihtiyaçtır. Ben sevginin kendisini seviyorum, sevginin her türüne müptelayım.  Sevgi ne midir ¿ Çeşme başında ayağındaki çamurlu cizlavet ayakkabısını temizlerken kurduğu hayaldeki düğününde oynayan köylü kızın yüreğindeki gönül sızısıdır. Görmeden sevdiği bir peygamberin adı her anıldığında gözlerinin nemlenmesini gizlerken duyduğu huşudur. Ayşe teyzenin her sabah balkon saksısındaki budamaya bile kıyamadığı Atatürk çiçeğini sularken onunla konuşup dertleşmesidir. Önce fikrinde, sonra karnında büyüttüğü yavrusunu dünyaya getirip, kendi dünyasını yavrusu yapan, anne sevgisi vardır

Dört Mevsim / İnsan

Mevsimler gibidir hayat. Birbirinin ardı sıra geçer günler. Ardı sıra dizilir; keder, korku, sevinç, mutluluk... Adına  ömür denilen atlasın sayfalarını çevirir gibi, İyi-kötü / s ıralı-sırasız tükenir günler. Belki de kaderin en cilveli tarafı bu hayata yalnız gelip, yalnız gitmektir. Yalnızlığıyla yüzleşir insan, kaderinin dolambaçlı sokaklarından geçerken. İşte  b aşrolünde kendimizin olduğu  bu yolculuk,  fragmanı bile olmayan bir sinema filmi gibidir.  Hayat dediğin aslında film arası bile olmayan bir muamma... Yaşa yaşa çözülmez hayatın düğümü, Keder mi gelir sevinç mi bahtına bilinmez. Başrolünde kendimizin olduğu hayatımızı yazan veya yöneten başkası da olabilir. B ir çeşit oyundur hayat. Kendi yaşantısında figüran rolü biçilen yığınların sergilediği. İşte bu cereme, döngüdür bir çeşit. Biz buna hayat der yaşayıp dururuz. Biraz avuntu,  Biraz sabır,  Biraz şükür,  Biraz keder... 'Sen mevsimler gibisin değişirsin' dediği kişi, aslında hepimiziz. Her şey bir döngüden ibar

Hayat

Bir tek kelimeyle yazılsa da ancak yaşayarak okuyabileceğiniz çok uzun bir cümledir 'hayat' Doğumla ölüm arasındaki süre bazen göz açıp kapayıncaya değin geçiveren bir 'an' olur, bazen de eksiği ve fazlasıyla bilemediniz yüz sene.. Kimisi anasının kucağında can verir az önce gözünü açtığı dünyada, kimisi de yatağında, mükellef bir ömrün sonunda... İşte hepimizin hikayesi bu... Adına ''hayat'' denilen hikayemiz böyle herhangi bir yerde ve zamanda başlar. Başlar başlamasına fakat, Başlar doğumla birlikte kimimizin cefası, kimimizin sefası. Bazısı doğuştan önce başlar yarışa, seçme şansı olmadığı ailesinin varlığı ve gücüyle, bazısı yüreğini ortaya koysa da bu yarışta yetişemez güçlüye. Bazısı bileğinde pranga ile dünyaya gelir, bazısı altın halka... En çok nutuk adalet üzerine çekilir burada Hal böyle olsa da terazisi şaşmış bir yerdir dünya. Güçlüler hep mi haklıydı ? Haklılar hep mi güçsüzdü ? Bilinmez... Başlar bol sıfırlı hesap cüzdanlarının ısıttığı y

Büyüyünce Balık Olacak Kuşlar

H er bir saniyede yaklaşık üç bebek dünyaya gelir.  Eşsiz yeteneklerle donatılmış üç misafir daha  birer hazine olarak gözlerini açar. Hoş geldin bebek.  Sen bir hazinesin ve ruhundaki gizli kabiliyetlerle katıldın aramıza. Eş siz yeteneklerle donatılmış bir ruhun ve ruhunu  hapseden dünyalı bir tarafın -  yani bir bedenin var.  Ruhun ve kabiliyetlerin birer hazine,  bedenin ise hazineyi içine gizleyen bir sandık. Doğumunla ölümün arasında, adına ''yaşam'' denilen serüveninde yaşayacak ve kendi hayatının başrolünde oynayıp, öleceksin. Yaşantın boyunca  ruhundaki kodların, yani eşsiz kabiliyetlerin senin gizli kalmış hazinelerin olacak. Ta ki hazine sandığının kapağı açılana kadar... Kimisi şiir sandığı,  Kimisi resim galerisi, Kimisi bir kütüphane dolusu kitap... Bu kapağın açılmadığı herkes, bir okyanus dibinde veya bir orman kuytusunda gizlenmiş bir hazine sandığı olarak unutulup gidecek. Hazine sandığının kapağını  -bazen anne - baba,  -bazen bir öğretmen, -bazen de