Ana içeriğe atla

Magistra


Bir yürüyüşte yanınızdan geçiverip giden veya bir otobüste kısaca sohbet ettiğiniz ya da arkadaş grubunda yeni tanıştığınız birisi olabilir Magistra. Yüksek enerjisiyle çevresine hayat tohumları eken, farkındalığı sayesinde kendisiyle barışık, dinginliğiyle sığınılacak bir liman gibi hissettiren, yanında tarifsiz bir iyilik hissine kapıldığınız ve genellikle esrarengiz bir tip olarak tanımladığımız bu tarifi zor insanlar hayatta ve az sayıdalar. Bir kitapta rastladım ben de kendisine. Hiç tanımasa da bezgin bir halde gözlemlediği hayat yorgunu bir kadını adeta yeniden yaşama başlatan hayat dolu bir kadın Magistra. 

Önerileri hep hayatın içinden. Yaparak, yaşayarak öğrenmesini ve farkında olmasını sağladığı kadının hayata yeniden dönmesini sırf içindeki iyilik hali için istiyor. Bir kitap kahramanından ziyade çevremizdeki örneklerini düşünürsek birçoğumuzun tanıdığı Magistra'lar vardır elbet. 

Size iyi gelen ve genellikle dert ortağı olduğunuz güven hissi vermesiyle birlikte iyiliğiniz için sizi hayra öğütleyen bu kişiler elbette özel kişiler ve nahif bir yaratılış eseri değerli bir kalbe sahipler. Hayatın sıradanlaşarak anlamını yitirmeye başladığı, renklerin solduğu ve seslerin anlamsızlaştığı zamanlarda bazen karşılıklı edilen birkaç cümle ile içinizdeki oyuğu doldurmaya yetecek enerjileri sayesinde sizi derin bir nefesle ayağa kaldırıp yeniden hayata tutunmanızı sağlayacak bu kişilere ihtiyacımız her geçen gün daha da artıyor. Yapmacık ilişkiler, sahte durumlar, negatif kişiler bizi ne kadar aşağıya çekerse Magistra'lar sayesinde kazandığımız farkındalıkla birlikte öz benliğimizdeki gizli güçler bizi o kadar yukarı taşıyor. 

Hayat bir dengeden ibaret aslında. Bu dengeyi iyi yönetenler; iyiyle kötünün, artıyla eksinin, erkekle dişinin tezatı sayesinde oluşan sosyolojik düzende dengede kalarak var olmanın bilinciyle yok olmaya doğru giderken bilinçli bir farkındalığın; sağlık, mutluluk ve bunlarla birlikte başarı ve iyilik hali getireceğini de biliyor. İşte bütün bunların ortak noktası aslında geçiciliğin tarifsiz hafifliğine erişen insanın dünya yüklerinden kurtularak hırslarından sıyrılıp ayniyle insan olmasından geçiyor. Eskilerin 'geldik, geçiyoruz' dedikleri dünyada hiçbir yük sonsuza kadar taşınmıyor fakat yüklerden kurtulmak için de bilinçli bir farkındalığa ihtiyacımız var.  Bu da 'şimdi' denen zamanda gizli.

Keşke

'Dün işe giderken keşke otobüse binseydim de yağmurda ıslanmasaydım' düşüncesi içindeyken aslında geçmişteki bir eylemden hayıflanan sen; bisikletle işe gittiğindeki gördüğün çiçeklerden, duyduğun kuş seslerinden ya da selam verdiğin insanlardan da hayıflandın farkında mısın? Çünkü bu düşünce seni geçmişine odakladı. Ya da yarın ne giysem düşüncesine daldığında da şimdi denen zamandan geleceğe odaklanmış olacaksın. Bırak yarın olsun ve sabah uyandığında içinden geldiği gibi giyin. O günün enerjisini yansıt kıyafetlerine ve geçmişe asılma. Yani ne geleceğe takılı kalmalı ne de geçmişe asılı. Hayatın temel felsefelerinden birisi de bu. Farkında olarak yaşadığın her an seni daha değerli kılacak. 

Nefes aldığının, yürüdüğünün, çalıştığının veya düşündüğünün farkında olduğunda hayat olağan seyrine girmiş olacak. Çünkü o eylem her ne ise bilerek ve isteyerek yaptığın için farkında ve sen olarak tamamlayacaksın. Bu da yaptığın her işten zevk almanı sağlayarak bakış açını değiştirecek. Bunları yapmak için çaba sarf etmeye gerek de yok üstelik. Kendini hayatın olağan akışına bırak yeter. Bu bir kayıtsızlık hali değil sakın yanlış anlaşılmasın. Geçmişini unut ya da geleceğini düşünme demiyorum. Bu bir kaygı hali olmasın diyorum. Olan bitenle, olacak olanı değiştirmek için uğraştığındaki sen, şimdi denen zamanı kaçırdığın için daha mutlu ya da daha farkında olmayacaksın.

Düşünce

Bizler ilgili düşüncelerimiz sonucu oluşan duyguları yaşar ve bu duyguların oluşturduğu şekle ve ruh haline gireriz. Yıllık iznimizin başladığı pazartesi günü ile herhangi bir pazartesi aynı gündür ama biz izindeki pazartesi gününü sevinçle geçirirken işe gittiğimiz başka bir pazartesiyi sendromla geçiririz. Yani düşüncelerimiz sonucu yüklediğimiz anlamlar bizi de şekillendirir. Kendi hayatımdan bir örnekle ıspanağı pek sevmediğimi bilen bir arkadaş yaptığı pastayı ıspanakla renklendirmiş ve bana Antep fıstığı kullandım demişti, tabi ben de pastayı afiyetle yemiştim. Oysaki ıspanak olduğunu bilsem hiç yememeyi tercih ederdim. 

O günden beridir ıspanağa karşı ön yargımı sonlandırarak düşüncelerimin beni şekillendirmesine müsaade etmekten vazgeçtim diyebilirim. Hem insanlar bir filozofun dediği gibi; 'bazen yağmurlu, bazen fırtınalı, bazen güneşli gün gibi' değil midir? Zamanla değişerek yenilenirken önceki yaşantı ürünü düşüncelerinizi de geçmişin tozlu raflarına koyarak üfleyin gitsin. Değişimden kastım aslında radikal bir dönüşüm. Değişim bence bir form değişikliği iken dönüşüm ise hal değişikliği gibi. Kimyada bunu fiziksel ve kimyasal değişimle açıklayabiliriz. Değişim, fiziksel değişim ise dönüşüm kimyasal değişimdir. Yani değişim kalıcı olmayabilirken dönüşüm ise kalıcı olabilir. 'Ben değiştim artık' gibi söylemlerle girilen bir yol ve bazı şeylerin farklılaşacağı hissi sizi aslında başlangıç noktanıza çekebilir. Bunun yerine dönüşüm süreci ise yeni bir yol ve yeni bir macera anlamına gelecektir. 

Bu yol ayrımlarına deneyim diyebiliriz. Her deneyim aslında nötr olarak başlamalıdır çünkü bir şeye iyi ya da kötü demeden önce deneyimlerimize başvururuz. Önceki yaşantımızdaki deneyimlerimizin ürünü sayesinde evet bu iyi ya da hayır bu kötü diyerek tanımladığımız kodlar bakış açımızı etkiler. Adına 'bilinç' denilen ve bir yavrunun dünyaya geldiğinde gözlerini açarak etrafını izlemesi ile çalışmaya başlayan bu mekanizma öncelikle beş duyu organı ile kendini ve etrafını tanımlamaya başlar. İşte bundan sonra her yaşantı ürünü bilince kodlanır. Yaşamımız boyunca yaptığımız kodların negatif ya da pozitif olarak gruplanması bilinç sayesinde hayatımızı şekillendirir. 

İşte bu yüzdendir ki her deneyim nötr olmalıdır. Yani her sarışın, aptal. Her sakallı, dede. Her genç, sağlıklı olmaz. Her kod sonsuza kadar doğru değildir. 

Akış

Zihninizde kendimize kodladığımız kimlik ve değerlerin karşılığını gerçekte yaşayarak deneyimleriz. Bunlar ne kadar akla mantığa uygun ve gerçekçi ise hayatlarımız da bir o kadar sahtelikten uzak olur. Hayal ürünü ve gerçek algısından uzak kodlanan her kimlik ve değer sahtelik içerebilir. Bu sahtelik ise ruh ve benlikle çatışır. Sahtelikten uzak ve benliğimize uygun seçeceğimiz kimlik ve değerler sayesinde yaşamak bir ırmakta doğal olarak ilerlemeye benzer. İşte buna 'akış' diyebiliriz. Kimlik ve değerlerimizdeki gerçeklik sayesinde hayat bizi doğal seyrinde ilerleterek ruh ve kodlarımıza uygun bir akışa sokar. 

Kendimize uygun bir akışla ilerlemek için gerçeklikten uzak düşünce ve inançları zihnimizden temizlemeliyiz. Böylelikle yanlış verilerden arınan beyin doğru verileri kullanmaya başlayacaktır. Bu da bizi hayatın olağan akışına uygun bir şekilde ilerleterek daha gerçek ve özümüze daha uygun bir dünyanın çevremizde şekilleneceği anlamına gelir. İşte bu dünya özümüze uygun ve sahte değildir. İlişkiler, durumlar, görüntüler, sözler ve tüm diğer unsurlar sahtelikten uzak olursa hayatlar da olağan akışında ve özüne uygun devam eder. Günümüzde 'akışta olmak' ya da ' akışta kalmak' olarak çokça duyduğumuz bu tabiri doğru anlamak için özümüze uygun bir gerçeklikle sahtelikten uzak kalmak en iyisi.

İçimizdeki çocuk

Daha önce bir yazımda ‘Ruhunuzun bir tarafı bırakınız, çocuk kalsın’ diyerek seslenmiştim sizlere. Herkes 'farkındalığa' erene kadar çocuk hisseder ve yetişkinliğe adım atar ancak çok azı içindeki çocuğu da beraberinde yaşatır. Bu pek az insanın hayatı diğerlerine göre daha masumane ve basit devam eder. İnsan olmak için doğmak, insan kalmak için ise hayatın tüm evreleriyle barışık bir hayat sürmek gerekmez mi? İnsan tarafımız doğuştan getirdiğimiz kodlarla da bizi biz yapan başlıca unsur. Kodlarımız bizim diğerlerinden farklarımızı barındırıyor. Başka hayatlar, kişilikler ve kimliklere olan özentiler bizi kendi bağlamımızdan kopararak bambaşka biri haline getiriyor. 

İşte bunun olmaması için ise bırakalım çocuksu bir yanımız olsun. İçimizdeki çocuk bunun olmasına nasıl engel olur derseniz çocukluğunuzu düşünün derim. Çocukken siz, başkası mıydınız?

Bu sorunun cevabını da düşünelim. Adına farkındalık veya uyanış diyebileceğimiz hal öncesinde herkes uyanana kadar çocuk insan olabilir. Bu 'uyanış' hali aslında sorumluluklarının farkında olduğu, hayatını anlamlandırabildiği andır diyebiliriz. Ama bu uyanıştan sonra da ruhunun bir tarafının çocuk kalması insanı; hep küçük şeylerle mutlu edecek, masum tarafını muhafaza edecektir. Yine söylüyorum bırakınız ruhunuzun bir tarafı çocuk kalsın. 

Bir sonraki uygun adım

İnsanın başına gelebilecek tüm kötü durumlar için geliştireceği bir savunma mekanizması vardır. Başımıza kötü bir durum geldiğinde bu savunma mekanizması ile suçu genellikle başkalarına atarak kendimizi avutmayı seçeriz. Bahanelerimiz gücümüzün önüne geçer. Kendimizde noksan görerek bahanelerimizin arkasına sığınırız. Bu durumlarda genellikle 'merkezden' ya da 'gerçekten' uzaklaşırız. Gelin bahane bulmak yerine ne yapmamız gerektiğini konuşalım. 

Öncelikle yaşanan olumsuz durum her ne ise uzaktan izleyelim. Benliğimiz ve duygularımızla değil, tamamen objektif olarak ve gerçek filtresi ile olayı izlemek bizi biraz daha merkeze çekecektir. Sonrasında bu olumsuz durumla ilgili gerçeğe odaklanarak sorumluluk almak ve bu sorumluluğun gereğini yapmak bizi daha da merkeze oturtacaktır. Böylelikle bahanelerimizden daha güçlü olarak, olaylara daha gerçekçi ve daha uzaktan bakabiliriz. 

Bahanelerimizdeki eksikliğimizi dolduracak taraf yine kendimiz. Herhangi bir olayda birinin bize gösterdiği; tutum, tavır, ilgi veya destek eksikliğini yine kendi elimizi kendimiz tutarak, kendi kendimize destek olarak tamamlarsak bahanelerimiz de kalmamış olur. Aradığı desteği kendisinde bulan insan için bundan daha değerli bir güç olmasa gerek. Evet bir sonraki uygun adım ise bundan sonra başlıyor. Başımıza gelen herhangi bir olumsuz durumda insan bahanelerin ardına gizlenmeden aradığı gücü kendinde bularak yeri ve zamanına göre bir sonraki uygun şeyi yapmak için 'harekete' geçmeli. Gücünün farkında ve hareket halindeki insan etrafına enerjisini de hissettiriyor olacaktır. Evrendeki her varlığın bir enerji parçası olduğu gerçeğiyle yola çıkarak şöyle diyebiliriz. 

İnsan yaydığı enerji kadar mutlu, güçlü ve değerli olacak ve bütün bunları karşıdan alabilecektir. Yani bir kişinin size değer, ilgi, sevgi vb. vermesini beklemek yerine o hissi kendinizde bulduğunuzda bahanelerinizin ardına saklanmayarak kendi gücünüzün enerjisiyle hak ettiğiniz her ne ise onu kendiniz alabileceksiniz. Evet bir sonraki uygun adım, bunun için harekete geçmek. Mevlana’nın dediği gibi "Cevizin kabuğunu kırıp içini görmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder". Durmayın, devinin.

Hayattan almak için

Her nefes alışımızda bizi çepeçevre saran hayatın bir parçasını da içimize çekeriz. Ardı sıra düzenli nefesler bizi hayatla bütünler. Çevremizde olan biten her ne ise bunu almak için istemek gerekir. Hayattan almak istediklerimizi bütün kalbimizle arzulamak ve bunun için kendimize değer verip bu olumlu enerjiyi çevremize yaymak lazım gelir. Hayat sonsuz bir kaynaktır. Her kaynağın bir iletim hattı olduğu gibi hayat için de bu hatta, olumlu enerji ve oluşun farkındalığı denilebilir. Peki hayattan alabilmek için önümüze çıkan engelleri ne yapmak lazım. 

Engel her ne ise üzerine giderek aşmak en doğrusu olacaktır çünkü karşımıza çıkan çeşitli engellerden kaçmaya çalışırken yolu da uzatmış oluruz. Yol ve yolcu tabirlerini çok severim. Yoluna revan olmuş bir yolcu olarak önümüze çıkan engelin etrafını dolaşmak hem enerjimizi hem de zamanımızı tüketecektir. 

Kısaca önümüzde bir hüzün dağı varsa aşmalıyız, korku sarmalı varsa geçmeliyiz. Bilinçli bir farkındalık da nu noktada devreye giriyor. Durumun farkına vararak bir bilinç halinde o duyguyu yaşamak en çıkar yol. Mesela kolunuz kırılsa ne yapardınız? Öncelikle bir doktora gider, film çektirir, alçıya aldırır ve verdiği ilaçları kullanırdım cevabını duyar gibiyim. Kolunuzun kırığını görmezden gelmezdiniz herhalde. Bu durum da aynen böyledir. Acı ya da sevinç her ne ise bu durumu yaşamalı, görmezden gelmemelisiniz. Bunun için de olayın üzerine gitmek en iyi yol olacaktır.

Kaostan doğmak

Kainattaki her şey başlangıçta bir düzensizlikti. Büyük patlamadan sonra bu düzensizlikler kendi aralarında bir düzen oluşturmaya başladı. Bize hayat veren gezegenimiz de bu düzensizlikler içerisinde yaşama en elverişli gezegen olarak bir düzen kurdu ve hayata ev sahipliği yapmaya başladı. İnsan yaşamı için de kullanılabilecek bu kavram yani kaosa, düzensizliklerin bütünü diyebiliriz. 

Örneğin yanlışlıkla ceketini araba kapısına sıkıştırarak binen bir kişiyi düşünelim. Bu kişi ceketinin sıkıştığını fark ettiğinde tabii ki durarak, ceketini kurtaracak ve kapıyı yeniden kapatacaktır. Bu durum o kişiye belli bir zaman kaybettirecektir. Oysa zaman kaybetmese aracıyla ilerlerken bir kamyon tarafından ezilmeyecek ve belki de hiç zarar görmeyecekti. Peki ne mi oldu? Kişimiz ceketini kurtarıp ilerlerken yolda bir kaza geçirdi. Kamyoncu kişiyi neden fark etmedi? Çünkü o sırada yoldan geçen bir kadına bakıyordu. Peki kadın nereye gidiyordu? Kadın ise nişanlısıyla buluşmaya gidiyordu. Bu örgü uzar gider. 

Herkes kendi kaosunu yaşar. Tesadüf diye düşündüğümüz her şey aslında bir diğerinin parçasıdır. Bütün oluşun bütünü kaos gibi görünse de hepsi bir diğerine gizemli bir şekilde bağlıdır. Bizi çevreleyen kaosumuz bizim kâbusumuz değildir. Yolda kaldığımız sürece başımıza gelecek her durumun bir izahı vardır. Yeter ki bilinçli ve farkında olarak bütün bu bağlantı noktalarını gözlemleyebilelim ve kontrolü ele alabilmek için çaba harcayalım. Bütün 'olanın' bilincinde olarak bize gelen her şansı veya şanssızlığı lehimize çevirmek kendi elimizde.

Yeni bir 'ben'

Kendimizden yeni bir 'ben' yapmanın vakti geldi dediğinizde ilk iş kendi içinize girmek olacak. İç dünyanızı bir güzel karıştırarak gereksiz ne varsa temizleyeceksiniz. Bu gereksiz her şeyi kapsayan bir işlem. Eskiden yeni olmaz çünkü. Masraflı ve zaman alan bir boşa çabadansa eskiyi üflemek, tozlardan kurtulmak daha doğru olsa gerek. İç dünyanızı temizlediniz peki sonra. Farkındalık düzeyinizin ve bilincinizin yükselmesi. 

Bu hayat denilen sizi çepeçevre saran her şey ile kuracağınız sağlıklı iletişim noktalarını da sağlamlaştıracak. Farkında ve bilinçli tapılan her iş ve oluş sizi doğruya daha da yaklaştıracak. Peki yanlış bir adım mı attınız panik yok. Bu da gerekliydi diye düşünüp yola devam etmek kendini oluşturmanın bir parçası. Kendinizi ancak kendiniz yapabilirsiniz unutmayın. 

Bir başkasının emeği ne kadar fazla olursa olsun bu yol sizin yolunuz. Yardım edeniniz size yoldaş olabilir fakat sizin yerinize geçemez. Kendinizi kendiniz yapacaksınız. Merkezde kalarak, olaylara bütüncül bakarak, gereksiz yüklerden arınmış bir halde ve şimdi denen zamanda başarabilirsiniz bunu. Geçmiş ya da gelecek değil, şimdide yapacak ve başaracaksınız. Yeter ki isteyin ve harekete geçin. 

Var olmak

İnsan var olmadan gerçek bir yaşamdan bahsedemez. Var olmak süreci bir binanın inşa sürecine benzer. Böyle bir misalde insan; her bir tuğlasını özenle seçmeli, demirini çimentosunu yerinde kullanmalı, sanat ve estetikle örülü bir bina gibi kendini var etmelidir. 

Yorumlar

Blogdaki Popüler Yayınlar

Bilim : Sanat : Toplum :

Toplumun Gelişmesinde; Bilim mi Sanat mı Daha Önemli ? Jean Jacques Rousseau tarafından 1750 yılında yazılan ''Bilimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk/Söylev'' kitabındaki yazarın görüşü, az sonra okuyacağınız satırlardaki şahsi görüşlerime tam olarak uyuşmuyor diyebilirim. Toplumların gelişmesinde bilim ve sanat konularının rollerini eğer merak ediyorsanız hep birlikte merakımızı giderelim, ne dersiniz? Rousseau kitabında; bilimin ve sanatın insanları boş uğraşlara yönelttiğini ve erdem kavramını bitirdiğini söylüyor. Bilimin artması ve sanatın çoğalmasıyla yöneticilerin, askerlerin erdemlerini yitirmesi ve ahlaklarının bozulmasına sebep olduğunu anlatıyor.  Bu yüzden bozgun ve yenilgilere uğranıldığından bahsediyor. Hatta bir yerde ''…bize birçok bilim öğrettiniz, yüksek bilgilere ulaştırdınız; ama bütün bunların hiçbirini bize öğretmemiş olsaydınız yeryüzünde daha az mı kalabalık olacaktık?  Daha kötü mü yönetilecektik? Daha az güçlü, daha az sağlıklı, daha

Ruhunuzun bir tarafı, bırakınız 'Çocuk' kalsın !

' A nnesi gül koklasa, ağzı gül kokar' diye özetlese de şair, biz  anlatalım istedik. 'Çocuk' konusunu...                                                            ' Masum ' kimdir deseler, hemen aklımıza ilk olarak 'çocuk' gelir, öyle değil mi?  Tabii ki öyledir. Tüm çocuklar masumdur çünkü. Asya'dan Afrika'ya kadar dünyanın her köşesindeki çocuk kalbi olabildiğince masum çarpar.  Peki çocuğun minicik kalbine sığdırdığı dünyalar kadar masumiyet   neler oluyor da çocuk  büyürken  azalıyor dersiniz?  Neler oluyor da dünyada olabildiğince kötü insanlar, bunca masum çocuk varken hala kötü kalabiliyor? Bu soruların muhtelif cevapları olsa da bizim ortak bir temennimiz vardır. Bir çocuk büyürken, beyni ve kalbindeki masumiyet azalmamalı, aynı zamanda içindeki küçücük çocuğa ait ruh, hep biraz çocuk kalmalıdır.👍  Yoksa etrafındaki acımasız dünyada ne kendisine yapılan haksızlıkları unutabilir. Ne de hataları ve ihanetleri atlatabilir.... Sabah se
EŞ ZAMANLI İNTERAKTİF UYGULAMALAR PROJESİ  “ VÜCUDUN SENİNDİR ONU KORU ” “ SANAL ÂLEMDE GERÇEK GÜVENLİK ” PROJELERİ ÖRNEKLEMİ İLE ANLATIMI 2017-MERSİN Proje Koordinatörü: Ahmet YALKIN / Mezitli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü MEZİTLİ İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ STRATEJİ GELİŞTİRME BİRİMİ PROJE GEÇMİŞİ ( 2015-2017) 1. Vücudun Senindir Onu Koru Projesi ( Mersin ili geneli / 360000 Öğrenci ve Öğrencilerin Velileri) 2. Sanal Âlemde Gerçek Güvenlik Projesi ( Mersin ili geneli / 360000 Öğrenci ve Öğrencilerin Velileri) 3. Mezitli – Eğitim Liderleri Akademisi ( Cumhurbaşkanlığı Protokol Eski Uzmanı / İhsan ATAÖV’ün katılımlarıyla  / İl genelindeki eğitim yöneticilerine ) 4. 2015 KA101 AB Projesi –( Kaynaştırma Öğrencilerine Yönelik /125000 € Hibe Bütçeli ) 5. 2016 KA101 AB Projesi – (Mültecilere Yönelik / 88512 € Hibe Bütçeli ) 6. 2017 KA101 AB Projesi –( Ortaöğretim Kurumlarında Erken Okul Ter