Ana içeriğe atla

Sancar / Salkım Söğüt


Üst üste gördüğü bu altıncı rüyaydı Sancar'ın. Her birinde de istisnasız bir söğüt gölgesi altında uçmağa gidiyor ve ruhani bir güzellik kaplayan bedenini bir salkım söğüdün dallarından göğe yükselirken görüyordu. Rüyalarında gördüklerinin ayrıntılarını düşünmesi için kafasını yormuyor ve bir asker olarak başka çeşit rüya görsem garip olur diyerek kendini teselli ediyordu. Altıncı günün sonunda köylerindeki Esma Bacı aklına geldi. Esma Bacı'ya rüyasını yorması için gidecekti fakat değersiz bir hediyeyle gitmek de istemiyordu. Sancar yoldaşı Rüzgar'a binerek ava çıkıp kısmetinde ne varsa hediye olarak Esma Bacı'ya götürmeye karar verdi.

Rüzgar ona babasından kalma bir yadigardı. Babası da kendisi gibi asker olan Sancar bu değerli ata her bindiğinde babasının anlattığı kahramanlık hikayeleri gözünün önüne gelir ve atını bir başka severdi. Köylerinin karşı yamacındaki meşelikte kısmetini bulacağını düşünen Sancar atını o yöne sürdü. Rüzgar köyden uzaklaşırken huysuzlanır ve gitmek istemezdi. O gün de öyle oldu. Önce rahvan adımlarla ilerleyen Rüzgar gitgide dörtnala kalkmış köyden uzaklaşırken süvari atı olduğunu fark etmişti.

Meşeliğe vardıklarında atını bir ağaca bağlayarak okunu ve sadağını eline alan Sancar'ın gözü bir harekette, kulağı sesteydi. Doğanın bereketinden her kulun nasibi var diyerek beklediği sırada uzaktan bir hışırtı duyuldu. Tavşanın çıkaramayacağı kadar fazlaca olan bu ses karşısında dikkat kesilen Sancar, okunu doğrulttuğu yönde birden bire karşısında Esma Bacı'yı gördüğünde neye uğradığını şaşırdı. Gökte aradığı kadın yerde karşısına çıkmış ve ona doğru geliyordu. Esma Bacı uzaktan sesleyerek kendini tanıtan Sancar'ı önce tanımasa da sonradan hatırladı.

Esma Bacı'nın elinde bir kap su ile bir parça yiyecek vardı. Ağaç gölgesinde oturdular ve konuşmaya başladılar. Sancar yaşlı kadının bu dağ başında ne aradığını merak ediyor fakat bir türlü soramıyordu. Esma Bacı sözünü değiştirerek 'Oğul, bu karıcağız şimdi dağ başında ne arar diye merak edersin, görürüm' dedi. Sancar demek ki merakımı gizleyemedim fakat bu kadıncağızın gözleri de pek görmez oldu derlerdi, demek ki gönül gözüyle de görürmüş insanoğlu diye düşündü. 'Gönül gözüyle bakarsan görmediğini de görürsün oğul' diyerek devam eden Esma Bacı'nın bu sözleri Sancar'ı daha da heyecanlandırdı. 

'Bu dağ başında garip bir tavşancık ailesi yaşar. Geçenlerde bir avcı analarını vurmuş bu gariplerin. aç susuz kalan yavruların imdadı yeri göğü inletti sen duymadın mı? dedi. Sancar'ın aklına birkaç hafta öncesinde avladığı tavşan gelse de kadının kendisiyle dalga geçtiğini düşünerek 'Ana ben nasıl bileyim bu tavşancıkların dilini' diyerek gülümsedi. 

'Oğul sarı çiçekle konuşan Yunus'u bilir misin?' dedi kadın ve sustu. Sancar'ın gözleri kadının bu sözleri karşısında fal taşı gibi açılmıştı. Hal dilinden anladığını söylerlerdi de inanmazdım diye düşündü yine kendi kendine.

Sözü rüyasına getirdi ve altı gündür aynı gördüğü aynı rüyayı anlattı. Sancar rüyasını anlatırken Esma Bacı yanına gelen tavşanlara yemeklerini verip önlerine sularını koydu. 'Oğul' dedi yaşlı kadın. 'Senin ömrün cengaverlikle sona erecek. Bir su aynasında yüzünü gördüm, inşallah hayra çıkar' dedi ve yine sustu. Uzunca bir sessizlikten sonra tavşanların babalarını göstererek 'Senin rüyana karşılık bu gariplerin canları bağışlandı. Senin canına karşılık da canlar bağışlana, salkımsöğütler saçlarını yuya' diye dua etti Esma Bacı. Bu nasıl bir duaydı yarabbi. Sancar'ın yüzüne tokat gibi inen bu sözler onu sersemletmişti. Sancar bir anda kalkıp giden Esma Bacı'nın sözlerinin etkisini uzun süre üzerinden atamadı.

Bir yandan günlük işlerine devam edip diğer taraftan savaş talimlerini yapmalıydı. Çünkü o bir tımarlı sipahiydi. Osmanlı ordusunun ağır süvari sınıfına giren gözde birliklerden birinde vazifesi vardı. Barış zamanında devletin ona verdiği tımar olan arazilerini ektirip biçtiriyor, savaş zamanında ise gösterdiği kahramanlıklarla bütün bunların bedelini ödüyordu. Babasının canıyla ödediği bedel ve şehadet mertebesi tımarlarını artırmıştı. Yaşlı anacığı ile beraber yuvasında hatunu ve üç yavrusu ile yaşıyor ve tımarındaki gençlerle savaş sanatı üzerine çalışmalar yaparak günlerini geçiriyordu. Böylelikle geçirdiği aylar sonrasında duyduğu bir haber Sancar'ı heyecanlandırdı.

Osmanlı'nın Macaristan ile savaşa girişeceği ve Avrupa ilerilerine doğru sefer düzenleneceği haberi ona ayrı bir heyecan katmıştı. Oku, sadağı, yayı, kılıcı, bıçağı, baltası, gürzü, mihveri ve zırhıyla gavurların tabiri ile tam tekmil bir şövalye gibi hazırlanıyordu bu savaşa. Bir Osmanlı askeri olarak katıldığı diğer seferlerde birçok şövalyenin zırhını bir atışla paramparça eden okuna ve bileğine çok güvenirdi. Ona göre bir sipahi on beş şövalyeye bedeldi. Ana baba hesabına göre tuttukları eski usul takvimde Aprılın on beşine gelen günde beklediği haberi aldı. Ordu sefere hazırlanıyor ve kendisi bu sefer de görev almak için can atıyordu.

Yurdunu yuvasını ve atalarını en iyi şekilde temsil edebilmek için dört nala geldikleri uzak Asya'dan, küffar ile vuruşacakları Avrupa'ya düzenlenecek akında yapacağı görevi düşünerek heyecanlanıyordu. Kanuni Sultan Süleyman, 1526 senesinin Mart başında Rumeli komutanlarına, Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa'ya, Bosna Beylerbeyi'ne ve Kırım Hanı'na sefere hazırlanmaları için emir vermişti. Sefere Kapıkulu Askerleri, Suriye ve Mısır vilayetlerinin askerleri de katılacaktı. Duyduğuna göre altmış bin asker toplanacaktı bu harp için. Sefer emri geldiği gün hatunu, yavruları ve diğer sevdikleriyle vedalaşarak Rüzgar'a bindiği gibi dört nala sürdü atını. Yer mi yanından yöresinden akıyor, Sancar mı uçuyordu bunu bilmeden tumarın bağlı olduğu birliğe ulaşması iki gününü aldı.

Yoldaşları ile bir olup orduya yetişmek için rüzgar kanatlı atlılar olup uçarcasına dizgin vurdular. Ordunun en imtiyazlı asker gruplarından birinde gözde süvariler olan Sancar ve yoldaşlarıyla Osmanlı ordusu daha bir heybetliydi. Kösler vuruluyor, zurnalarla davullar mehter peşrevleri çalıyordu. Tam bir askeri disiplin içinde yol alınıyor ve geçtikleri her beldeden gördükleri destekle daha bir şevkle ilerliyorlardı. Kanuni Sultan Süleyman Han'ın kahraman bir askeri olmanın verdiği şerefi göğsünde taşıyan Sancar koca yürekli bir askerdi.

Günler sonrasında Avrupa'ya geçildi. Beraberlerindeki üç yüz top ile ilerleme devam ediyor, karşılarına çıkan cılız savunma onlara sinek vızıltısı gibi geliyordu. Petervaradin, Ujlak ve Eszek kalelerini savunmadan terk eden Macaristan ordusunun bu tavrını pek anlaşmış değillerdi. Kendilerine duydukları güvenle kılıçları daha bir parlak, okları daha bir menzilli, topları daha bir gürlek geliyordu onlara. Sancar kendini Rüzgar'ın üzerinde keskin bir kılıç gibi hissediyordu . Tıpkı atasözündeki gibi "At üzerindeki Türk değilse, yüktü."

Ağustos ayının sonlarına gelinmişti. Ordu büyük bir askeri disiplin içerisinde ilerliyor ve geçilen her beldede moraller daha da yükseliyordu. Mohaç yakınlarına gelindiğinde öncü birliklerden Macar ordusunun Mohaç Ovası'nda savaş düzeni aldığı haberi geldi. Askerler nihayetinde büyük çarpışmanın yakın bir zamanda gerçekleşeceğini sezmişlerdi. Kimi naralar atıyor kimi de büyük bir sükunetle kaderini bekliyordu. Ölürse şehit, kalırsa gazi olacağını bilen bu şanlı ordunun önünde duracak başka bir askeri güç yoktu.

Sancar ve yoldaşları mehteran bölüğünün akşam gösterisini dinlerken garip bir hisle yarınki savaşı düşünüyorlar ve birbirlerini cesaretlendirecek sözler söylüyorlardı. Ellerinde meşaleler taşıyan süvariler ordugahın etrafında ve çevre tepelerde bir o yana bir bu yana at sürüyor ve düşmana korku salıyorlardı. Ertesi gün ölüm kalım savaşı verilecek olan bu meydanda o gece ateşin raksıyla birlikte kahramanlık müzikleri sahne almıştı.

Savaş gününde Macar ordusu, kendi savaş planı gereğince iki safa bölündü. İlk saf, merkez, sağ ve sol olmak üzere kuruldu. İkinci saf ise dört koldan oluşuyordu.Mohaç ovasının bir tarafı bataklık, diğer tarafı ise tepelikti. Osmanlı ordusu, Bâli Bey'in teklifi üzerine, arka arkaya üç saf olarak düzen aldı. Ön safta Sadrazam İbrahim Paşa komutasında Rumeli Ordusu, ikinci safta Behram Paşa kumandasında Anadolu Ordusu, üçüncü safta ise yeniçerilerin komutanı olarak Kanuni Sultan Süleyman Han bulunuyordu. Savaş planı gereğince Macar ordusunun saldırısı beklenecek, saldırılar Osmanlı ordusunun merkezine yönelince, Osmanlı kuvvetleri yanlara doğru açılarak, Macar süvarisini topların karşısında bırakacaktı. Hilal tekniği ile savaş tarihinde birçok başarılar kazanan Türk ordusu yeni bir zafere hazırlanıyordu.

Bütün savaş planları böyle yapılırdı. Askerler savaşır devletler kazanırdı. O gün de öyle olacaktı. Savaşın öznesi olan on binlerce asker sabah namazlarını saf saf kılarak büyük bir teslimiyetle çarpışma zamanının gelmesini bekliyorlardı. Sancar ve beraberindeki yoldaşları da tam tekmil hazırlanmışlardı. Onları ikinci safta Behram Paşa emrinde hareket edecek olan orduda büyük bir vazife bekliyordu.
Savaş, Macarların sağ kuvvetlerinin ani saldırısıyla başladı. Bu kuvvetlerin karşısındaki sol yanda bulunan Rumeli Ordusu, bir süre çarpıştıktan sonra geriye dönünce, onları iten Macar zırhlı süvarileri Osmanlı topçusunun etkili menziline girdi. Topçu ateşi devam ederken arkadan ikinci Macar safı ilerledi ve Osmanlı ordugahına giren bu Macar piyadesi yağmaya girişti.

Orduyu hümayunun otağına gelen bu tehdit karşısında Sancar ve emrindeki askerlerin de olduğu birlik bu yönde sevk edildi. Dört nala kalkan süvari birlikleri yeniçerilerle birlikte Padişah otağını savunma pozisyonu alarak Macar yağmasını engellemeye başladıkları sırada Sancar sol böğründe bir sızı hissetti. Giriştiği ikili kılıç mücadelesi esnasında başka bir düşman askerinin darbesi onu beklemediği bir anda yaralamıştı. Yarasına aldırış etmeden iki düşmanı da alt ederek diğerlerinin üzerine yürümeye çalışsa da eski takatinin kalmadığının farkına vardı.

On beş, yirmi dakika sonra Türk ordusunun merkezi ve yeniçeriler Macarlar üzerine yoğun bir ateş açtılar. Açılan bu ateş oldukça tesirli oldu ve Macarlar bu ateş altında büyük zayiat vermeye başladılar. Behram ve İbrahim Paşa komutasındaki birlikler iki yana açılarak Macar ordusunu hilalin içine almak için manevraya başladıkları sırada Padişah otağı güvenli hale getirilmiş ve Sancar'ın birliği eski savaş pozisyonuna doğru yola çıkmıştı.

Sancar yaralı halde Rüzgar'a atlayarak emrindeki süvarilerle birlikte batıya doğru ilerlemeye başladı. Bir su kenarından geçerken at üzerinde duramayacak kadar dermansız kalan Sancar tıpkı kanadından vurulmuş yaralı bir kuş gibi atından yuvarlandı. Akarsuyun kenarında dalları suyla buluşmuş bir salkım söğüdün altındaydı. Biraz doğrulup baktığında yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşan kızıl atlı yoldaşlarının, güneşin battığı yere doğru arkalarına bile bakmadan ilerlediklerini gördü.
...

''Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!''

Nal sesleri perde perde sönmeye başladı, atlılar 
güneşin battığı  yerde kayboluyordu...

''Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...''


Sol böğründen sızan kanları gördüğünde yarasının derinliğini ve uçmağa gitme vaktinin yaklaştığını anladı. 'Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!' diye düşündü içinden. Atı Rüzgar'a son bir bakış atarak sessizce vedalaştı. Hatunu ve yavrucakları aklına geldiğinde iyice halsiz düşmüş ve hala akarsuyun kenarında yerde yatmaktaydı.

Esma Bacı'nın meşelikteki sözleri aklına geldi. Esma Bacı'ya yorması için sorduğu rüyalarındaki ruhani güzellikle kaplanan bedeninin biraz sonra yanında uzandığı salkım söğüdün dallarından göğe yükseleceğini bilmek, tarifi imkansız bir histi.

Akarsuyun aynasında gördüğü yüzü ona hiç de ölmek üzere olan biriymiş gibi gelmedi. Rüyalarında kendisine malum olan bu kaderi beklemenin verdiği telaş sona erecekti ve uçmağa gidecekti. Sonra Esma Bacı'nın duası da aklına geldi.

''Senin rüyana karşılık bu gariplerin canları bağışlandı. Senin canına karşılık da canlar bağışlana, salkımsöğütler saçlarını yuya'' demişti yaşlı kadın ama o zaman anlamamıştı bütün bu gizemi. İşte akarsudaki gördüğü yüzünün aksiyle birlikte saçlarının suya karışmış hali de buna delaletti. 

Sevdiği herkese hakkını helal ettiğini dili ile ikrar ederek kalbi ile de tekrarladı. Sancar son nefesini verdiği sırada yoldaşları tarihin gördüğü en kısa süren meydan muharebelerinden birini zaferle sonuçlandırmış ve Macar ordusunu yok etmişlerdi.

Tarihler 29 Ağustos 1526'ı gösterdiği gün Sancar'ın canına karşılık yoldaşlarının canları bağışlanmış ve tavşancığın ahını alan Sancar'ın rüyası gerçeğe dönüşmüştü...
...
''Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!

Ağlama salkımsöğüt,
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!''

28 Ağustos 2022-Ahmet Yalkın

Yorumlar

Blogdaki Popüler Yayınlar

Bilim : Sanat : Toplum :

Toplumun Gelişmesinde; Bilim mi Sanat mı Daha Önemli ? Jean Jacques Rousseau tarafından 1750 yılında yazılan ''Bilimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk/Söylev'' kitabındaki yazarın görüşü, az sonra okuyacağınız satırlardaki şahsi görüşlerime tam olarak uyuşmuyor diyebilirim. Toplumların gelişmesinde bilim ve sanat konularının rollerini eğer merak ediyorsanız hep birlikte merakımızı giderelim, ne dersiniz? Rousseau kitabında; bilimin ve sanatın insanları boş uğraşlara yönelttiğini ve erdem kavramını bitirdiğini söylüyor. Bilimin artması ve sanatın çoğalmasıyla yöneticilerin, askerlerin erdemlerini yitirmesi ve ahlaklarının bozulmasına sebep olduğunu anlatıyor.  Bu yüzden bozgun ve yenilgilere uğranıldığından bahsediyor. Hatta bir yerde ''…bize birçok bilim öğrettiniz, yüksek bilgilere ulaştırdınız; ama bütün bunların hiçbirini bize öğretmemiş olsaydınız yeryüzünde daha az mı kalabalık olacaktık?  Daha kötü mü yönetilecektik? Daha az güçlü, daha az sağlıklı, daha

Ruhunuzun bir tarafı, bırakınız 'Çocuk' kalsın !

' A nnesi gül koklasa, ağzı gül kokar' diye özetlese de şair, biz  anlatalım istedik. 'Çocuk' konusunu...                                                            ' Masum ' kimdir deseler, hemen aklımıza ilk olarak 'çocuk' gelir, öyle değil mi?  Tabii ki öyledir. Tüm çocuklar masumdur çünkü. Asya'dan Afrika'ya kadar dünyanın her köşesindeki çocuk kalbi olabildiğince masum çarpar.  Peki çocuğun minicik kalbine sığdırdığı dünyalar kadar masumiyet   neler oluyor da çocuk  büyürken  azalıyor dersiniz?  Neler oluyor da dünyada olabildiğince kötü insanlar, bunca masum çocuk varken hala kötü kalabiliyor? Bu soruların muhtelif cevapları olsa da bizim ortak bir temennimiz vardır. Bir çocuk büyürken, beyni ve kalbindeki masumiyet azalmamalı, aynı zamanda içindeki küçücük çocuğa ait ruh, hep biraz çocuk kalmalıdır.👍  Yoksa etrafındaki acımasız dünyada ne kendisine yapılan haksızlıkları unutabilir. Ne de hataları ve ihanetleri atlatabilir.... Sabah se
EŞ ZAMANLI İNTERAKTİF UYGULAMALAR PROJESİ  “ VÜCUDUN SENİNDİR ONU KORU ” “ SANAL ÂLEMDE GERÇEK GÜVENLİK ” PROJELERİ ÖRNEKLEMİ İLE ANLATIMI 2017-MERSİN Proje Koordinatörü: Ahmet YALKIN / Mezitli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü MEZİTLİ İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ STRATEJİ GELİŞTİRME BİRİMİ PROJE GEÇMİŞİ ( 2015-2017) 1. Vücudun Senindir Onu Koru Projesi ( Mersin ili geneli / 360000 Öğrenci ve Öğrencilerin Velileri) 2. Sanal Âlemde Gerçek Güvenlik Projesi ( Mersin ili geneli / 360000 Öğrenci ve Öğrencilerin Velileri) 3. Mezitli – Eğitim Liderleri Akademisi ( Cumhurbaşkanlığı Protokol Eski Uzmanı / İhsan ATAÖV’ün katılımlarıyla  / İl genelindeki eğitim yöneticilerine ) 4. 2015 KA101 AB Projesi –( Kaynaştırma Öğrencilerine Yönelik /125000 € Hibe Bütçeli ) 5. 2016 KA101 AB Projesi – (Mültecilere Yönelik / 88512 € Hibe Bütçeli ) 6. 2017 KA101 AB Projesi –( Ortaöğretim Kurumlarında Erken Okul Ter