Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Edebiyat etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Filtre Balonları, Sahte Profiller ve Yapay Zeka

Filtre Balonları Nedir? Filtre balonları, sosyal medyada kullanıcıların sadece kendilerine benzer görüşlere sahip kişilerle etkileşime girdikleri ve farklı bakış açılarına maruz kalmadıkları durumlardır. Bu durum, kullanıcıların gerçeklik algısını bozabilir ve kutuplaşmaya yol açabilir. Sahte Profiller ve Botlar Nedir? Sahte profiller, gerçek bir kişiye ait olmayan veya gerçek bir kişinin kimliğini taklit eden sosyal medya hesaplarıdır. Sahte profillerin birçok amacı olabilir, örneğin reklam yapmak, bilgi toplamak, manipüle etmek veya trollemek. Sahte profiller genellikle botlar tarafından yönetilir. Botlar, otomatik olarak mesaj gönderen, beğenen, paylaşan veya takip eden yapay zeka programlarıdır. Botlar, sahte profilleri gerçekmiş gibi göstermek için insan davranışlarını taklit ederler. Yapay Zeka Nedir? Yapay zeka, insan zekasını taklit eden veya aşan bilgisayar sistemleridir. Yapay zeka, verileri analiz edebilir, öğrenebilir ve karar verebilir. Yapay zeka, sahte profilleri oluştur

Kilim / Kültür

İnsanlığın dünya üzerindeki serüvenine eş olarak biriken; adet, gelenek, görenek, töre, sanat anlayışı, dil, din gibi birçok unsurun hem bir arada tutulmasını sağlayıp hem de  nesilden nesle aktaran bir kavramdır ' kültür '.  Bu özelliğiyle de bir milleti diğerinden ayırarak, milletlere ruh üfler. Kültürel değerler olarak anacağımız bu kavramlar içerisinde semboller ve motifler de büyük yer kaplar.  Orta Asya'dan beri  süregelen  göçebe yaşam sitili ve yerleşik hayatla birlikte kullanılan bu sembol ve motifler çeşitli eşyalarda kendini gösterir. Dokumacılık  sektöründe halı ve kilimlerde karşımıza çıkan sembol ve motiflerden bazıları; insan, akrep, su yolu, el, hayat ağacı, ejderha, bereket, göz vb. gibi sembollerle uygulanır. Gelgelelim bu sembol ve motiflerin kilim türküsü ile bize çağrıştırdıklarına.  Benim yaşımda olup da kilim türküsünü bilmeyen yoktur diyebilirim.  Türküyü dinlediğinizde bu toprağın sesini duyar, derdiyle dertlenir, töresini hissedersiniz.

Zehra / Karşılaşmalar

Yüzüne vuran akşamüstü güneşinin verdiği tarifi imkansız hissin verdiği huzurla uzanmayı çok seviyordu  yaşlı kadın. Daldığı derin hayal öncesinde çoğuna göre bir ömre sığmayacak hatıralarla dolu hayatını gözünün önünden geçirdiğinde 'Ne çok şey yaşadım, birçok çok kişi tanıdım, hani neredeler ?'  dedi kendi kendine. Son zamanlarda hayatına dokunan herkesle ilk karşılaşmalarındaki sahneler gözünün önünden bir film sahnesi gibi geçiyordu... Austin marka taksi dolmuşun hızla yaklaştığı durakta bekleyen Zehra biraz önce önlerinden hızla geçerken üzerine çamurlu su sıçratan başka bir arabanın arkasından kallavi bir küfür sallamış fakat şoför duymazdan gelerek yoluna devam etmişti. Taksi dolmuşa bindiğinde üzerindeki çamurlu suyu temizlemeye uğraşırken sıkış tıkış devam eden seyahatte yanındaki beyefendinin verdiği mendil çok işine yaramış ve kirlenen kıyafetlerini silmişti.  Adamın yüzüne bile doğru düzgün bakmadığını teşekkür ederek arabadan indiğinde fark eden Zehra'nın yüzün

Sancar / Salkım Söğüt

Üst üste gördüğü bu altıncı rüyaydı Sancar'ın. Her birinde de istisnasız bir söğüt gölgesi altında uçmağa gidiyor ve ruhani bir güzellik kaplayan bedenini bir salkım söğüdün dallarından göğe yükselirken görüyordu. Rüyalarında gördüklerinin ayrıntılarını düşünmesi için kafasını yormuyor ve bir asker olarak başka çeşit rüya görsem garip olur diyerek kendini teselli ediyordu. Altıncı günün sonunda köylerindeki Esma Bacı aklına geldi. Esma Bacı'ya rüyasını yorması için gidecekti fakat değersiz bir hediyeyle gitmek de istemiyordu. Sancar yoldaşı Rüzgar'a binerek ava çıkıp kısmetinde ne varsa hediye olarak Esma Bacı'ya götürmeye karar verdi. Rüzgar ona babasından kalma bir yadigardı. Babası da kendisi gibi asker olan Sancar bu değerli ata her bindiğinde babasının anlattığı kahramanlık hikayeleri gözünün önüne gelir ve atını bir başka severdi. Köylerinin karşı yamacındaki meşelikte kısmetini bulacağını düşünen Sancar atını o yöne sürdü. Rüzgar köyden uzaklaşırken huysuzlanır v

Kara Çalı

Bir çocuğun düşlerine inen apansız bir tokat gibi irkildi adam. Çocuk yüreğine fazlaydı bütün bunlar. Neler oluyor diye soramadan kendine bütün hayatı gözlerinin önünden bir film sahnesi gibi geçmeye başladı. Ona göre her zorluğu aşardı insan yeter ki gurbette olmasaydı. Şimdiye kadar başına gelen her sıkıntıyı geçmişinden güç alarak ve tecrübelerini kullanarak aşmayı başarmıştı.  Şimdi de geçmişine bir yolculuk yapması gerektiğine inandı ve hep yaptığı gibi anavatanını yani çocukluğunu düşünmeye başladı. Bir esrar perdesi sardı bütün benliğini, şimdi çocukluk yıllarında, köyündeydi... Dört mevsimin mütemadiyen yaşandığı yıllarda büyümüştü. Tek televizyon kanalının olduğu, sobalarda ithal kok kömürlerinin yakıldığı, radyolarda çalınan türkülere herkesin eşlik ettiği, köyün tek iletişim kaynağının bekçinin evindeki masa büyüklüğündeki telefon makinesiyle sağlandığı zamanlardı.  Uçsuz bucaksız bozkırın orta yerindeki köylerinde ilkbaharda umutlarını yeşertip yazın harman eden, ekim ayınd

Hayat

Bir tek kelimeyle yazılsa da ancak yaşayarak okuyabileceğiniz çok uzun bir cümledir 'hayat' Doğumla ölüm arasındaki süre bazen göz açıp kapayıncaya değin geçiveren bir 'an' olur, bazen de eksiği ve fazlasıyla bilemediniz yüz sene.. Kimisi anasının kucağında can verir az önce gözünü açtığı dünyada, kimisi de yatağında, mükellef bir ömrün sonunda... İşte hepimizin hikayesi bu... Adına ''hayat'' denilen hikayemiz böyle herhangi bir yerde ve zamanda başlar. Başlar başlamasına fakat, Başlar doğumla birlikte kimimizin cefası, kimimizin sefası. Bazısı doğuştan önce başlar yarışa, seçme şansı olmadığı ailesinin varlığı ve gücüyle, bazısı yüreğini ortaya koysa da bu yarışta yetişemez güçlüye. Bazısı bileğinde pranga ile dünyaya gelir, bazısı altın halka... En çok nutuk adalet üzerine çekilir burada Hal böyle olsa da terazisi şaşmış bir yerdir dünya. Güçlüler hep mi haklıydı ? Haklılar hep mi güçsüzdü ? Bilinmez... Başlar bol sıfırlı hesap cüzdanlarının ısıttığı y

Bilinç/sizler

Kadınlara, çocuklara, hayvanlara ve ağaçlara zalimce davranılan bir dünyada, türlü kötülükleri gerçekleştiren bir güruh ile beraber, aynı gök kubbenin altında, acılarla dopdolu bir çağda yaşıyoruz. "Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim." diyen Cahit Zarifoğlu ağabey ne güzel demiş.  Her geçen gün nefret etmeye binlerce sebebimizin olduğu kirli bir çağ bu. Acının dini, dili, ırkı, cinsiyetinin olmadığı gibi yürekleri yakan acıların tarifi de mümkün değil... Gündeminin sık sık değişmesine alışan bir toplum olarak; acılara, zalimliklere, hunharca işlenen cinayetlere ve türlü kötülüklere de alışıyoruz diye düşünüyorum. Her geçen gün; kadın cinayeti, hayvan katliamı vb. cinnet örnekleri gibi olumsuz örnekler, basın ve sosyal medya tarafından bir marifet gibi gözler önüne seriliyor.  Bazı basın organları sırf reyting uğruna bu tür kötülüklerin ifşa edilip, insanların ayıplarının duyurulması ve ayyuka çıkarılması şaklabanlığına soyunurken, onları izleyen güruh

Duvarlar Konuşur mu?

Duvarlar eskiden de konuşurdu. Şimdi de konuşur.  Fakat insanlığın daha müşfik, daha munis ve daha muhlis olduğu demlerde daha iyi anlaşılırdı... Nasıl mı konuşurdu duvarlar ?  Üzerlerine yazılan yazılarla konuşurdu. ''Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa'' diyen Faruk Nafiz'in Han Duvarları da böyle idi. Evet ne yazılırsa o lisanla konuşurdu duvarlar ve derdi olanın derdini aktarırdı okuyana.  Duvar yazıları ile aktarılan duygular bazen bir şairin şiirinden bir kesit, bazen de bir slogan olurdu. M illi bir hasret ise coşku dolu; a şk, özlem veya vuslat ise duygu dolu bir yazı olarak aktarılırdı fırçalara. Ellerine kompozisyon kağıdı verildiğinde doğru düzgün bir yazı ortaya koyamayan, saatlerce arpacı kumrusu gibi düşünen çocuklarımızın karşısında yeni badana yapılmış bir duvar olduğunda yazdıkları duvar yazıları, sözler, sloganlar veya çizdikleri karikatürler birçok şair ve yazara taş çıkarır diyebilirim. Graffiti;  1970'lerin ve 1980'leri

Girizgâh

Söze, esas maksada giriş... Geçenlerde arkadaşlarla oturmuş sohbet ediyorduk.Tam da sohbetin konusunu içeren, maharetli arkadaşların varlığı ile ilgili şöyle bir cümle kullandım.  - ''Etrafımızda mâhir arkadaşlar var'' Dememe kalmadı ki, sohbete dahil arkadaşlardan biri ne dese iyi ? - ''Mâhir kim ? '' Ben de durdum ve dedim ki;  - ''Bizim bir arkadaş 😃''  Dil, edebiyat, kültür, sanat, vb. mülahazalarında geldiğimiz nokta işte biraz da böyledir.  Trajikomik bir haldir.  Cümle içinde kullanılan 'Mâhir' kelimesinin maharetli anlamında kullanıldığını bilmeyen, popüler kültürün esiri kitleler...  Kelime dağarcığı olarak birkaç yüz kelime ile hayatını idame ettiren, Türk ve İslam kültürünün kadim geleneklerinin farkında olmayan bu kitlelerin hâli, Moliere'in Gülünç Kibarlar tiyatrosunun konusunda da benzerdir.  Aristokrasi ve soyluluğa özenen ve onlar gibi davranan Cathos ve Madelon... Babalarının evlenmeleri için bu

İnsanın Renklisi

HAYATI ALGILAMAK İlkokulda öğrendik hepimiz... Beş duyu organımız var, öyle dedi öğretmenimiz. Görüyor, kokluyor, dokunuyor, işitiyor ve tadıyoruz. Duyularımız var bizim, insani özelliklerimiz var. Duyularımız sayesindedir ki, dünya üzerinde diğer canlılardan da ayrılıyoruz. İnsanlar duyularının yanında; akıl, vicdan, ahlak ve inanç yapıları sayesinde yaşlı dünyamızın en kadim misafirleridir.  Duyuların ötesinde insanı insan yapan düşünceleri, duyguları ve davranışlarıdır. Sizce de öyle değil mi? Misafirlik demişken göz açıp kapayıncaya kadar geçirdiğimiz hayatımızın, bu AN'a kadarki kısmını yaşadık, peki geride ne bıraktık? Ve geri kalan hayatımızda gelecek planımızı nasıl yaparsak daha mutlu bir yaşam süreriz? Daha anlamlı ve mutlu bir yaşam için hayatın renklerini konuşmalıyız diye düşünüyorum. En azından duyu organlarımızın algıladıkları kadarını... Günlük hayatımızda hayatımıza renk kattığını düşündüğümüz birçok olgu var elbet. Hayatımızı renklendiren bu olgula