Ana içeriğe atla

Zehra / Karşılaşmalar

Yüzüne vuran akşamüstü güneşinin verdiği tarifi imkansız hissin verdiği huzurla uzanmayı çok seviyordu  yaşlı kadın. Daldığı derin hayal öncesinde çoğuna göre bir ömre sığmayacak hatıralarla dolu hayatını gözünün önünden geçirdiğinde 'Ne çok şey yaşadım, birçok çok kişi tanıdım, hani neredeler ?' dedi kendi kendine. Son zamanlarda hayatına dokunan herkesle ilk karşılaşmalarındaki sahneler gözünün önünden bir film sahnesi gibi geçiyordu...

Austin marka taksi dolmuşun hızla yaklaştığı durakta bekleyen Zehra biraz önce önlerinden hızla geçerken üzerine çamurlu su sıçratan başka bir arabanın arkasından kallavi bir küfür sallamış fakat şoför duymazdan gelerek yoluna devam etmişti. Taksi dolmuşa bindiğinde üzerindeki çamurlu suyu temizlemeye uğraşırken sıkış tıkış devam eden seyahatte yanındaki beyefendinin verdiği mendil çok işine yaramış ve kirlenen kıyafetlerini silmişti. 

Adamın yüzüne bile doğru düzgün bakmadığını teşekkür ederek arabadan indiğinde fark eden Zehra'nın yüzündeki garip gülümseme kendisine de yabancıydı. Hayatında hiçbir erkekle gönül ilişkisi kurmadığı için yaşamadığı bir histi bu. Ertesi gün yağmur dinmiş ve İstanbul sokaklarında parıldayan bir güneşin hükmü kendini göstermişti. Sabahın ilk saatlerinde dün yaşadığı olay aklına gelerek yataktan fırlayan kadın aynaya baktığında o garip gülümsemeyi gördüğünde yine yabancılık çekti. Neler oluyordu kendine anlamlandıramadı. Her zamankinden daha bir özenle hazırlandığı iş yolculuğu yine iki vasıta ile sonlanacaktı. Bu kesindi fakat o kibar beyefendiyi görerek onun verdiği mendili kendisine takdim edebilme ihtimali çok düşüktü. Koca İstanbul dedi kendi kendine.

Geçen sene yapılan nüfus sayımına göre bir buçuk milyon insan yaşıyordu bu şehirde ve ihtimal bu sayı içerisinden yalnızca birdi. Hem yüzünü bile tam hatırlamıyorken bu karşılaşma nasıl mümkün olacaktı? Her zamanki dolmuş durağında bekleyerek işe gittiği günler günleri kovalamış fakat o beyefendi ile bir türlü karşılaşamamıştı. Hayalden öte gidemeyen bu kibar insana bir isim ile hitap etmek için bir isim bile uydurduğu günler boyunca yalnız yaşadığı evinde onunla karşılıklı sohbetler etmiş, dertleşmişti. Belki de ihtiyacı vardı böyle bir hayale bunu da tam olarak kestiremiyordu. 

1962 senesinin temmuz ayının on altısında yirmi beşinci yaş gününe denk gelen pazartesi gününde sıradan bir iş mesaisi başlamıştı. Bir mimarlık bürosunda mimar olarak işe başlayalı ikinci senesi olacaktı Zehra'nın. İlkokula erken başlamasının ardından parlak öğrencilik yılları sonunda hayata erkenden atıldığı için kendini hep şanslı olarak görürdü. Doğum gününe denk gelen mesaisinin öğlen saatlerinde arkadaşları ile birlikte yeni yaşını pasta keserek kutlamıştı. Genç bir mimar olarak sıra dışı çizgilerle hayat vermeye çalıştığı binalar çok tercih edilmese de o kendinde sanatsal bir bakış açısı olduğunu söyleyerek bir gün emeklerinin karşılığını alacağı günün geleceğini ümit ederdi. 

Masasının üzerindeki eskizleri gözden geçirerek şantiye alanına yola çıktığında İstiklal Cadde'sinde gözü bir resim sergisi ilanına ilişti. Resme de merakı olan genç mimar için bu güzel bir deneyim olacaktı. Yakındaki iş hanının içerisinde bir galeride açılmış olan sergi için yolunu değiştirmesine de gerek yoktu. İş hanının içerisine girerek sergiyi gezmeye başladı. Her bir resme uzun uzun bakarak geçirdiği süre içerisinde ressamın ruh haletini ve resmin anlatmaya çalıştığı kompozisyonu düşündü. Serginin son parçalarını görmek için geçtiği yan salonda sergi sahibi ressamın da bulunduğunu duyunca ressamla tanışmak aklına geldi. Hem teşekkür edip hem de beğenilerini iletecekti. 

Sergiyi gezmeyi tamamlayıp ressama doğru ilerlediği sırada garip gülümsemesinin tanıdık bir yüz ile karşılaşması neticesinde yeniden belirdiğini fark etti. Ressam Cevat Bey diğer misafirlerin yanında kendine doğru yaklaşan bu genç hanıma dikkat kesilmiş ve onu nereden tanıdığı ile ilgili düşünmeye başlamıştı. Zehra ilk karşılaşmalarına nazaran üzeri başı çamurlu, saçları ıslak ve pejmürde bir halde değildi fakat Cevat yine aynı şıklığıyla karşısındaydı. Demek ki o kibar beyefendi Ressam Cevat Bey'di diye düşündü genç mimar ve gülümsemesi bir kat daha yayıldı yüzüne.

Kadının yüzündeki tatlı tebessümü fark eden Cevat'ın hafızasında birden o yağmurlu gün beliriverdi. Zehra ve Cevat hoş bir selamlama merasiminin ardından mahcup bir edayla konuşmaya başladılar. Zehra 'Size sergideki harikulade eserleriniz için teşekkür etmeyi planlamıştım fakat buna bir de mendilinizi paylaştığınız günkü nezaketinizi eklemek üzerime vazife oldu' dedi. Kaderin ağlarını ördüğü güzel bir karşılaşma ve kısacık muhabbet sonunda adresler alınmış ve görüşmek için sözleşilmişti. Cevat Bey o gün sergilediği yağmurlu gün tablosundaki güzel bir detay olan çamurlu kızı Zehra'nın fark etmediğini düşünerek teselli buldu. 

İkinci buluşmalarının da yağmurlu bir güne denk gelmesi ikisini de güldürdü. Tarihi Lebon Pastanesinde buluşan çiftin sohbeti o kadar güzeldi ki yan masalardan bile kulak kabartanlar oluyordu. Ressam Cevat Bey kendi ilgi alanlarından bahsederken Zehra buna mimari bir pencereden yorum yapıyor ve böylece hoş bir muhabbet gerçekleşiyordu. 

İlk buluşmalarındaki o enerji, yerini artan bir hoşlanmaya ve sevgiye bıraktığı sırada aralarındakinin artık bir aşk olduğunu anlayan genç çift, evlenme kararı aldıklarında tanışmaları üzerinden altı ay bile geçmemişti. Ressam Cevat Bey'in stüdyosundaki bir odayı mimarlık ofisine çeviren Zehra için sanatsal bir gelecek ümidi çamurlar arasından belirmiş ve gerçekleşmişti. Zehra'nın çizimleri eşinin ünü dolayısıyla da kabul görmeye başlamış ve İstanbul başta olmak üzere birçok şehirde hayat bulmuştu. Evlenmeleri üzerinden geçen beş senenin sonunda ilk çocukları olan Ayşe dünyaya gelmiş, ertesi sene de ikinci çocukları Ali'yi kucaklarına almışlardı.

Akşamüstü güneşi yerini serin bir rüzgara o da yağmura bırakmıştı ki birden bire duyulan gök gürültüsü yaşlı kadını daldığı hayalden uyandırdı. Rüya denemezdi buna çünkü geçmişte başından geçenleri düşünerek sanki o an'ın içinde yaşamaya devam ediyordu. Lebon Pastanesinin karanfilli çayının kokusu da mı hayale dahildi, bunu kestiremedi. Psikiyatri muayenelerinde bu sendroma tam bir teşhis koyamasalar da derin bir hayal ile gerçek arasında bir dünyada gezindiğini biliyordu. 

Cevat öleli tam on sekiz sene, iki çocuğunu görmeyeli ise bir seneden fazla olmuştu. Huzurevindeki odasında yalnızca Cevat'ın Yağmurlu Gün tablosu asılıydı. Huzurevi sakinlerinin de bildiği bu hikayenin asıl kahramanı olan Cevat'ı hiç görmeseler de yaşlı kadının anlatımından sanki tanıyor gibiydiler genç ressamı. Kızı ve oğlu ise neredeyse hiç ziyaret etmedikleri annelerini arada sırada mektupla yokluyor hal hatır ediyorlardı. 

Birçoğuna göre başarı ve mutlulukla dolu güzel bir hayat yerini huzurevinde geçen günlere bıraktığında yaşlı kadın yalnızlığı iliklerine kadar hissediyor ve tarifsiz bir burukluk yaşıyordu. 'Ne çok şey yaşadım, birçok çok kişi tanıdım, hani neredeler ? diyerek geçmişi yaşamaya devam ettiği günlerin her biri birer avuntu ritüeli gibiydi. Cevat'ın sevgi dolu sözlerle ona seslenişlerini özlüyor ve üşüdüğü soğuk yatağında onun sıcaklığını arıyordu. Geceler boyu süren bu özlem nöbetleri yerini hayallerdeki yaşamla birleştiriyor ve ilk karşılaşmasındaki çamurlu mutluluğunu özlüyordu.

Huzurevi adı gibi huzurlu bir ev olmuştu ona. Yatağından elini yüzünü yıkamak için kalktığı her gün aynaya uzun uzun bakarak yüzündeki çizgilerin belirginleştiği bu yıllarda dahi yaşlı bedenini beğenerek giyinir ve kahvaltı salonuna inerdi. Kahvaltı salonundaki pencere kenarı masada kahvaltısını yaptığı sırada arkadaşlarıyla sohbet eder ve onları gözlemleyerek gün içerisinde ne yapacağını planlardı. Can dostu Adrienne ile yaptığı kahvaltıdan sonra mimarlık mesleğinden kalma bir titizlikle her gün farklı arkadaşıyla sohbet etmeyi kendine adet edinen Zehra bu özelliğinden dolayı beğenilir ve takdir edilirdi. Kütüphanede karıştırdığı kitaplardan esinlenerek yazdığı küçük piyesleri arkadaşlarıyla canlandırmaya çalışarak içinde bulundukları yalnızlık senfonisini bir nebze de olsa unutturmak için uğraşırdı.

Yaşamı boyunca her ortama enerjisini katmaya çalıştığı günlerde hep kendinden verdiği bu kaynağın son zamanlarda azalmaya yüz tuttuğunun farkındaydı. İlaçlarını alıp günlük rutinlerini tamamlayarak yatağına uzandığı bir akşam daha başlamıştı Zehra için. Bir gece önce uzandığı yatağında hayatının çok büyük bir kısmını birlikte geçirdiği eşi Cevat ile ilk karşılaşmalarını ve ona duyduğu özlemi yad ettiği yatağının hayal konukları bu sefer can dostu Adrienne ve çocuklarıydı.

Cevat ile evliliklerinin üçüncü ve dördüncü senelerinde peş peşe dünyaya gelen yavrularının onlara kattığı neşeyle geçen seneler şimdilerde çok gerideydi. Annelerine yazdıkları mektuplar da olmasa iyice hayırsız olacaklarını düşündüğü çocuklarını büyütürken çektiği sıkıntılar aklına geldiğinde kalbi sıkışıyor fakat onların iyilikleriyle teselli buluyordu. Yine sonunda kendini teselli edeceğin bir hayalin  yolunu tuttu yaşlı kadın. Ayşe'ye hamile olduğunu öğrendiğinde Paris'in banliyö mahallerinden birisi için bir iş merkezi çizimi yapıyordu. O yıllarda ünü Avrupa'da dahi bilinen bir mimar olarak başarılı bir iş kadınıydı. Cevat ile gittiği resim sergisinde tanıştıkları biri sayesinde aldığı bu iş sonunda iş merkezinin üst katlarından iki daire ve bir miktar para alacaktı. İlk çocuğunun şansı olarak gördüğü bu işi özenle bitirdiğinde hamileliğinin altıncı ayındaydı. Temel atma törenine şahit olmak için gittikleri sırada erken doğum sancıları yüzünden Paris'te hastanede yatmak zorunda kalmış ve düşük riski ile geçirilen yaklaşık üç ayın sonunda Ayşe dünyaya gözlerini açmıştı. Yavrusunun şansıyla başladığı bu işin Ayşe'nin aynı zamanda Fransa vatandaşlığı hakkını kazanmasına da sebep olduğu için sevinç duydukları sırada eşinin geçirdiği kalp krizi hayatlarını alt üst etti. 

Cevat ağır bir kalp krizi geçirmiş ve yattığı hastanede kaldığı uzun yoğun bakım sonrasında servise çıkmıştı. Zehra bir yandan Ayşe'nin bakımıyla ilgileniyor diğer yandan Cevat'ın yanında refakatçi kalıyordu. Kalp damar cerrahisi servisinde onlarla ilgilenen hemşire Adrienne'nin onlara karşı şefkatli tutumu diğerlerinden farklıydı. Adrienne daha birkaç haftalık olan Ayşe için yedek kıyafetler getirdiğinde başlayan arkadaşlıklarının ömürlerinin geri kalanında da devam edeceğini bilmiyorlardı. Üzüntüden sütü azalmış Zehra'nın da dert ortağı olan Fransız hemşire Cevat ile de gereğinden fazla ilgilenerek bir an evvel iyileşmesi için elinden geleni yapıyordu. Cevat'ın eve çıkmasına müsaade eden doktorların koyduğu seyahat yasağı yüzünden İstanbul'a dönemeyen çifte Adrienne'nin yardım teklifi hızır gibi yetişmişti.

İnsan doğmanın, insan kalmaktan kolay olduğunu bir kez daha anladı Zehra. Adrienne'nin evinde geçirilen bir ay sonrasında Cevat'ın durumu artık seyahate elverdiği sırada arkadaşlarını da alarak İstanbul'a dönmüşler ve minnet borçlarını misafirperverlikleriyle ödemeye çalışmışlardı. Adrienne kaldığı süre içerisinde İstanbul'u gezip yeni yerler keşfediyor ve şehre duyduğu sevgiyi her fırsatta ifade ediyordu. Adrienne'nin İstanbul hikayesi de böyle başladı. 

Bir gün Adrienne müzede bir beyefendi ile Fransızca sohbet etmiş ve bunu şaşırarak Zehra'ya anlatmıştı. Zehra genç hemşirenin yüzüne yansıyan ifadeden durumu kestirse de dinlemeye devam etmiş ve İstanbul'un sürprizlerle dolu bir şehir olduğunu eklemişti. Adrienne yeni arkadaşı Sami ile buluşmalarını sıklaştırmış ve gönül bağına dönen ilişkilerini yıldırım nikahıyla tamamlamaya karar vermişti. Bir süre Paris'te tıp eğitimi de görmüş olan Sami ve Adrienne Fransa'ya taşınacaklarını söylediklerinde can dostları Zehra ve Cevat bu duruma pek bir üzülseler de onların sevinçleriyle teselli bulmuşlardı. 

Kötü günlerinde dostluk sınavını geçerek iyi günlerini süsleyen bu çift ilerleyen zamanlarda mektuplarını da seyrekleştirmiş ve zamanın acımasız soğukluğu araya girmişti. Yıllar yılları kovalamış ve Adrienne eşini kaybettikten sonra İstanbul'a dönerek eski dostlarını aramış fakat yalnızca Zehra'yı bulabilmişti. Eşlerini kaderin cilveleriyle bulan bu iki arkadaşın ömrünün son demlerinde de kaderleri kesişti. Adrienne'yi kendi kaldığı huzurevine davet eden Zehra o günden sonra kendini daha güçlü hissederek hayata yeniden tutundu. 

Uyku ile uyanıklık arasında geçen süre zarfında Zehra gözlerini açtığında zemberekli saatin çalmadığını fark etti. Demek ki hala uyanma vakti gelmemişti. Yataktan kalkarak sabah ritüeline başladığında başlayan o günün Zehra için önemli bir karşılaşmaya gebe olacağını nereden bilebilirdi? Her zamanki gibi devam eden gün içerisinde gelen misafir haberi Zehra'yı hem heyecanlandırmış hem de telaşa sürüklemişti. Huzurevi görevlisi bir yılı aşkın süredir haber alamadığı çocuklarının hangisinin ziyarete geleceğini söylememişti. Ziyaret saatini beklerken fenalaşan Zehra'nın kalbi bu strese daha fazla dayanamadı ve revire kaldırılarak doktor çağrıldı. Doktor muayenesi sırasında iki çocuğunun da gelerek annelerinin ellerini tutması yaşlı kalbini teskin ederek Zehra'yı sakinleştirdi. 

Ali ve Ayşe'nin anlattıklarından çok anlatmadıklarıyla ilgilendi gün içerisinde. İnsan ona göre söyleyemedikleriydi. Mazeretlerini olumlu karşılayarak çocuklarını üzmedi. Sohbetleri sırasında aniden kapıdan içeri giren Adrienne' de o gün pek bir şen görünüyordu. Yanında Fransa'dan ziyaretine gelen kızı Charlotte da vardı. Charlotte annesini birkaç aylık periyotlarla ziyarete gelen vefalı bir kızdı. Önceki gün Paris'ten yola çıkarak gelmiş ve uçaktan iner inmez biraz dinlenmek için kalacağı otelin yolunu tutmuştu. 

Bindiği taksinin arızalanması sebebiyle yol kenarında çaresiz beklediği sırada bir beyefendi yardım teklif ederek onu arabasına almış ve gideceği otele kadar bırakmıştı. Yağmurlu bir İstanbul gününde arabasına bindiği yardımsever kişinin huzurevinde karşılaşacağı Zehra'nın oğlu Ali olması kaderlerinin onlara oynadığı karşılaşma oyunundan başka bir şey değildi. 

Huzurevi odasında Charlotte ile Ali'nin karşılaşmalarını dinleyen Zehra ve Adrienne için o güne kadarki hayatları karşılaşmalardan ibaretti...

Ahmet Yalkın

Yorumlar

Blogdaki Popüler Yayınlar

Bilim : Sanat : Toplum :

Toplumun Gelişmesinde; Bilim mi Sanat mı Daha Önemli ? Jean Jacques Rousseau tarafından 1750 yılında yazılan ''Bilimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk/Söylev'' kitabındaki yazarın görüşü, az sonra okuyacağınız satırlardaki şahsi görüşlerime tam olarak uyuşmuyor diyebilirim. Toplumların gelişmesinde bilim ve sanat konularının rollerini eğer merak ediyorsanız hep birlikte merakımızı giderelim, ne dersiniz? Rousseau kitabında; bilimin ve sanatın insanları boş uğraşlara yönelttiğini ve erdem kavramını bitirdiğini söylüyor. Bilimin artması ve sanatın çoğalmasıyla yöneticilerin, askerlerin erdemlerini yitirmesi ve ahlaklarının bozulmasına sebep olduğunu anlatıyor.  Bu yüzden bozgun ve yenilgilere uğranıldığından bahsediyor. Hatta bir yerde ''…bize birçok bilim öğrettiniz, yüksek bilgilere ulaştırdınız; ama bütün bunların hiçbirini bize öğretmemiş olsaydınız yeryüzünde daha az mı kalabalık olacaktık?  Daha kötü mü yönetilecektik? Daha az güçlü, daha az sağlıklı, daha

Ruhunuzun bir tarafı, bırakınız 'Çocuk' kalsın !

' A nnesi gül koklasa, ağzı gül kokar' diye özetlese de şair, biz  anlatalım istedik. 'Çocuk' konusunu...                                                            ' Masum ' kimdir deseler, hemen aklımıza ilk olarak 'çocuk' gelir, öyle değil mi?  Tabii ki öyledir. Tüm çocuklar masumdur çünkü. Asya'dan Afrika'ya kadar dünyanın her köşesindeki çocuk kalbi olabildiğince masum çarpar.  Peki çocuğun minicik kalbine sığdırdığı dünyalar kadar masumiyet   neler oluyor da çocuk  büyürken  azalıyor dersiniz?  Neler oluyor da dünyada olabildiğince kötü insanlar, bunca masum çocuk varken hala kötü kalabiliyor? Bu soruların muhtelif cevapları olsa da bizim ortak bir temennimiz vardır. Bir çocuk büyürken, beyni ve kalbindeki masumiyet azalmamalı, aynı zamanda içindeki küçücük çocuğa ait ruh, hep biraz çocuk kalmalıdır.👍  Yoksa etrafındaki acımasız dünyada ne kendisine yapılan haksızlıkları unutabilir. Ne de hataları ve ihanetleri atlatabilir.... Sabah se
EŞ ZAMANLI İNTERAKTİF UYGULAMALAR PROJESİ  “ VÜCUDUN SENİNDİR ONU KORU ” “ SANAL ÂLEMDE GERÇEK GÜVENLİK ” PROJELERİ ÖRNEKLEMİ İLE ANLATIMI 2017-MERSİN Proje Koordinatörü: Ahmet YALKIN / Mezitli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü MEZİTLİ İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ STRATEJİ GELİŞTİRME BİRİMİ PROJE GEÇMİŞİ ( 2015-2017) 1. Vücudun Senindir Onu Koru Projesi ( Mersin ili geneli / 360000 Öğrenci ve Öğrencilerin Velileri) 2. Sanal Âlemde Gerçek Güvenlik Projesi ( Mersin ili geneli / 360000 Öğrenci ve Öğrencilerin Velileri) 3. Mezitli – Eğitim Liderleri Akademisi ( Cumhurbaşkanlığı Protokol Eski Uzmanı / İhsan ATAÖV’ün katılımlarıyla  / İl genelindeki eğitim yöneticilerine ) 4. 2015 KA101 AB Projesi –( Kaynaştırma Öğrencilerine Yönelik /125000 € Hibe Bütçeli ) 5. 2016 KA101 AB Projesi – (Mültecilere Yönelik / 88512 € Hibe Bütçeli ) 6. 2017 KA101 AB Projesi –( Ortaöğretim Kurumlarında Erken Okul Ter