Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Dört Mevsim / İnsan

Mevsimler gibidir hayat. Birbirinin ardı sıra geçer günler. Ardı sıra dizilir; keder, korku, sevinç, mutluluk... Adına  ömür denilen atlasın sayfalarını çevirir gibi, İyi-kötü / s ıralı-sırasız tükenir günler. Belki de kaderin en cilveli tarafı bu hayata yalnız gelip, yalnız gitmektir. Yalnızlığıyla yüzleşir insan, kaderinin dolambaçlı sokaklarından geçerken. İşte  b aşrolünde kendimizin olduğu  bu yolculuk,  fragmanı bile olmayan bir sinema filmi gibidir.  Hayat dediğin aslında film arası bile olmayan bir muamma... Yaşa yaşa çözülmez hayatın düğümü, Keder mi gelir sevinç mi bahtına bilinmez. Başrolünde kendimizin olduğu hayatımızı yazan veya yöneten başkası da olabilir. B ir çeşit oyundur hayat. Kendi yaşantısında figüran rolü biçilen yığınların sergilediği. İşte bu cereme, döngüdür bir çeşit. Biz buna hayat der yaşayıp dururuz. Biraz avuntu,  Biraz sabır,  Biraz şükür,  Biraz keder... 'Sen mevsimler gibisin değişirsin' dediği kişi, aslında hepimiziz. Her şey bir döngüden ibar

Hayat

Bir tek kelimeyle yazılsa da ancak yaşayarak okuyabileceğiniz çok uzun bir cümledir 'hayat' Doğumla ölüm arasındaki süre bazen göz açıp kapayıncaya değin geçiveren bir 'an' olur, bazen de eksiği ve fazlasıyla bilemediniz yüz sene.. Kimisi anasının kucağında can verir az önce gözünü açtığı dünyada, kimisi de yatağında, mükellef bir ömrün sonunda... İşte hepimizin hikayesi bu... Adına ''hayat'' denilen hikayemiz böyle herhangi bir yerde ve zamanda başlar. Başlar başlamasına fakat, Başlar doğumla birlikte kimimizin cefası, kimimizin sefası. Bazısı doğuştan önce başlar yarışa, seçme şansı olmadığı ailesinin varlığı ve gücüyle, bazısı yüreğini ortaya koysa da bu yarışta yetişemez güçlüye. Bazısı bileğinde pranga ile dünyaya gelir, bazısı altın halka... En çok nutuk adalet üzerine çekilir burada Hal böyle olsa da terazisi şaşmış bir yerdir dünya. Güçlüler hep mi haklıydı ? Haklılar hep mi güçsüzdü ? Bilinmez... Başlar bol sıfırlı hesap cüzdanlarının ısıttığı y

Büyüyünce Balık Olacak Kuşlar

H er bir saniyede yaklaşık üç bebek dünyaya gelir.  Eşsiz yeteneklerle donatılmış üç misafir daha  birer hazine olarak gözlerini açar. Hoş geldin bebek.  Sen bir hazinesin ve ruhundaki gizli kabiliyetlerle katıldın aramıza. Eş siz yeteneklerle donatılmış bir ruhun ve ruhunu  hapseden dünyalı bir tarafın -  yani bir bedenin var.  Ruhun ve kabiliyetlerin birer hazine,  bedenin ise hazineyi içine gizleyen bir sandık. Doğumunla ölümün arasında, adına ''yaşam'' denilen serüveninde yaşayacak ve kendi hayatının başrolünde oynayıp, öleceksin. Yaşantın boyunca  ruhundaki kodların, yani eşsiz kabiliyetlerin senin gizli kalmış hazinelerin olacak. Ta ki hazine sandığının kapağı açılana kadar... Kimisi şiir sandığı,  Kimisi resim galerisi, Kimisi bir kütüphane dolusu kitap... Bu kapağın açılmadığı herkes, bir okyanus dibinde veya bir orman kuytusunda gizlenmiş bir hazine sandığı olarak unutulup gidecek. Hazine sandığının kapağını  -bazen anne - baba,  -bazen bir öğretmen, -bazen de

Öğretmence Sevmek

B izim meslek, ya bir yol bulmayı öğretmek, ya da gerekirse yol olmak demek. Yol önemli değerli dostlar. Geleceğini bize emanet eden masum yavrularla "aynı yolun yolcusu olmak " ve bir yol hikayesi oluşturmaktır öğretmenlik. Öğretmen dediğimiz "kalbinde merhamet adlı bir çınar" büyüten kişi değil midir ¿ Emanetini teslim aldığımız o temiz yüreklerin hayatlarında hiç unutamayacakları birkaç kişiden biri olacağımız gerçeğiyle yola çıkmak gerekir. Bu sebepten yol da yolcu da önemlidir. Yol önemlidir çünkü yol gösterebilmek için yolda olmak ve yolda kalmak lazımdır. Yolcuya örnek teşkil edebilmek için ise; örnek bir kişilik, örnek bir hayat... Bizim meslekte gereksiz bir hareket, söz, iş yoktur. İşin büyüsü; her an, karşındaki masum yavrunun kahramanı olduğunu unutmamakta yatar. Öğretmenini kendisinin süper kahramanı, dünyanın en iyi insanı olarak gören o çocuk dimağında nasıl kalmak istiyorsan ona göre hareket et. Sokakta pazarda karşılaştığın, tanıdığın / tanımadığ

Aşktır bana yol bahşeden

Uzayda saatte yaklaşık 1600 kilometre hızla dönen yaşlı dünyamızın kadim topraklarına ayaklarını basıp etrafına bakan bir insan, yeryüzünde hareketsiz durduğuna inanabilir. Fakat o anda dünyanın da içinde bulunduğu uzayda neredeyse her cisim inanılmaz bir hızla hareket halindedir.  Ünlü Aktör Morgan Freeman'ın bir belgeselinde ifade ettiği ve benim de çok etkilendiğim bir örnek vermek istiyorum. Büyük Patlama olarak ifade edilen Big Bang teorisine göre uzay ve zamanın yaratıldığı o büyük patlama noktasını, başlangıç ve şimdiyi bitiş noktası olarak seçersek aradan yaklaşık 13 milyar yıl geçtiği görülür.  Bu zaman dilimini bir günün 24 saati şeklinde ifade ettiğimizde; yani büyük patlama anından şimdiye kadar geçen zamanı bir gün gibi düşünürsek 13 milyar yıl içinde; Bir insan ömrünün yaklaşık bir saniyeden az olduğunu, Hz. İsa'nın doğumunun üzerinden yaklaşık 15 saniye, Hz. Muhammet'in  doğumunun üzerinden yaklaşık 5 saniye gibi bir zaman geçtiğini söylersek zaman kavramını

Dev mi' Cüce mi ?

Hayata farklı anlamlar yükleyerek bak. Sesini beğenmeyen bir bülbül veya  renklerini beğenmeyen bir tavus kuşu olsan mesela nasıl bilebilirdin güzelliklerin sende toplandığını,  hep aynı gözlükle baksan dünyaya... Bakış açını değiştir. Başkasının, kendinin, kuşun, kelebeğin, karıncanın veya bir devin penceresinden de bak. Mesela bir kuşmuşsun da gelip dalına konmuşsun gibi bir eriğin. Ya da küçücük bir balıkmışsın da sürünü kaybetmişsin gibi bir okyanusta. Veyahut gölgelerin heyulasında kendini dev zanneden bir karıncaymışsın gibi... Hep farklı yönlerini düşün olanın bitenin. Olanda hayır olduğunu bilerek, evrendeki her şeyin kaosun bir raksı olduğunu hissederek yaşa An'ı... Yarını düşünürken bugünü kaçırma. Bugünü yaşarken dünü hatırlama. Takılma yani ne geçmişe ne geleceğe. Ne geçmişe asılı kal ne geleceğe takılı. Bakmak her zaman görmek arzusudur, fakat her zaman görmek değildir. Olan biteni izle ve görmeye çalış. Gör ve anlamaya çalış. Anla ve tefekkür et

Bilinç/sizler

Kadınlara, çocuklara, hayvanlara ve ağaçlara zalimce davranılan bir dünyada, türlü kötülükleri gerçekleştiren bir güruh ile beraber, aynı gök kubbenin altında, acılarla dopdolu bir çağda yaşıyoruz. "Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim." diyen Cahit Zarifoğlu ağabey ne güzel demiş.  Her geçen gün nefret etmeye binlerce sebebimizin olduğu kirli bir çağ bu. Acının dini, dili, ırkı, cinsiyetinin olmadığı gibi yürekleri yakan acıların tarifi de mümkün değil... Gündeminin sık sık değişmesine alışan bir toplum olarak; acılara, zalimliklere, hunharca işlenen cinayetlere ve türlü kötülüklere de alışıyoruz diye düşünüyorum. Her geçen gün; kadın cinayeti, hayvan katliamı vb. cinnet örnekleri gibi olumsuz örnekler, basın ve sosyal medya tarafından bir marifet gibi gözler önüne seriliyor.  Bazı basın organları sırf reyting uğruna bu tür kötülüklerin ifşa edilip, insanların ayıplarının duyurulması ve ayyuka çıkarılması şaklabanlığına soyunurken, onları izleyen güruh

Akılları Başa Getiren PANDEMİ

Bakmakla görmenin o tarifi zor ilişkisini anlatan eşsiz bir fotoğraf. Bir perspektifteki ağaç parçalarının gölgelerle dansı... Aslında sadece ağaç parçalarının fotoğrafı. Görebilene… Konunun pandemiyle ne alakası var demeyin lütfen, sözümüz bakmakla görmenin dehşetengiz ilişkisini anlayabilene. Az sonra sizi düşünmeye sevk edecek bir yazı okuyacaksınız. Genelde yazılarımda hep bu vurguyu yapmaya çalışırım fakat bugünlerde ‘düşünmeye’ daha çok zaman ayırdığımız bir gerçek.  Benzer cümleleri başka arkadaşların kalemlerinden de okuyoruz fakat gelin bir de benim cümlelerimle okuyun. Yazımda ''Düşünüyorum öyleyse varım.'' türü felsefi  cümlelerle de konuyu derinleştirmeden yazacağım. Doğrudan ve ezbere olmayan cümlelerle sizi düşünmeye davet ediyorum. Düşünme eylemi olan ve insani bir çabanın tezahürü diyebileceğimiz, kadim geleneğimizdeki ''tefekküre...'' Haydi başlayalım: Zamanın çarkı Firavunun sinekle imtihanını, pandeminin insanlıkl

Bilgi: Görgü: Kültür:

Bilgi : Bilgi konusunun girişine bilimsel bir araştırma olan Dunning–Kruger Sendromu hakkında bilgi vererek başlayalım. Dunninng - Kruger Sendromu, Justin Kruger ve David Dunning’in literatüre eklediği bir kavram. Cornell Üniversitesinde görevli psikologlar olan Justin Kruger ve David Dunning’in tarihe geçmelerine ve 2000’de Nobel almalarına neden olan bu tanı halk arasında, ''Cahil cesareti'' olarak tanımlanan bir kavramı işaret ediyor. Teorilerinde kısaca, '' Cehalet ; bireyin kendine olan güvenini, gerçek bilgi ise güvensizliğini arttırır'' diyorlar. Bu konudaki araştırmalarında ulaştıkları sonuçlar şöyle : Niteliksiz insanlar, az sayıdaki var olan niteliklerini abartma eğilimindedir. Niteliksiz insanlar, hangi ölçüde ve ne oranla niteliksiz olduklarını fark edemezler. Niteliksiz insanlar, etraflarındaki nitelikli insanların kabiliyetlerini görüp anlamaktan da acizdirler. Niteliksiz insanların bilgileri ve görgüleri eğitimle ar

Duvarlar Konuşur mu?

Duvarlar eskiden de konuşurdu. Şimdi de konuşur.  Fakat insanlığın daha müşfik, daha munis ve daha muhlis olduğu demlerde daha iyi anlaşılırdı... Nasıl mı konuşurdu duvarlar ?  Üzerlerine yazılan yazılarla konuşurdu. ''Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa'' diyen Faruk Nafiz'in Han Duvarları da böyle idi. Evet ne yazılırsa o lisanla konuşurdu duvarlar ve derdi olanın derdini aktarırdı okuyana.  Duvar yazıları ile aktarılan duygular bazen bir şairin şiirinden bir kesit, bazen de bir slogan olurdu. M illi bir hasret ise coşku dolu; a şk, özlem veya vuslat ise duygu dolu bir yazı olarak aktarılırdı fırçalara. Ellerine kompozisyon kağıdı verildiğinde doğru düzgün bir yazı ortaya koyamayan, saatlerce arpacı kumrusu gibi düşünen çocuklarımızın karşısında yeni badana yapılmış bir duvar olduğunda yazdıkları duvar yazıları, sözler, sloganlar veya çizdikleri karikatürler birçok şair ve yazara taş çıkarır diyebilirim. Graffiti;  1970'lerin ve 1980'leri